Bir önceki yazımızda da ifade ettiğim gibi çocukların sahip olduğu saf ve temiz kalplerinden dolayı hemen barışmasını bir gerçek olarak hepimiz bilmekteyiz. Büyüklerde ise geçimsizlikler ileri seviyeye çıkabiliyor ve kalıcı yaralar bırakıyor kalplerde…
Evet, biraz inceleyelim toplumsal yaşamı ve biraz farklı anlamlar yükleyelim mi, ne dersiniz? Her şeyden önce, aynı fikirde olmamak, zıt fikirde olmayı gerektirmez. Hiç kimse bir diğeri ile eş görüşe sahip değildir. Benzerliği aynı, farklılığı zıt olarak nitelendirmemek gerekir. Yeni tabirle siyah ve beyaz arasında gri alanlar bulunmakta. Eğer her konuda tamamen ayni düşünecek olsaydık, insana mahsus olan tercih etmeyi ortadan kaldırmalıydık. Hayata bir bakın, bize ne kadar seçim hakkı verilmeye çalışılıyor. Sadece bir ayakkabı için hayal edin. Bazı çeşitleri gördüğümüzde aklımıza belki şu gelir: Bu ayakkabıyı kim giyer Allah aşkına! Ama alan birileri var… Dolayısıyla olaylara aynı açıdan bakamıyoruz ve fikirlerimizin farklı olması normal diyebiliriz.
İkili ilişkilerde veya toplu yaşamda mükemmeli aramak, uygun olanı almak ama eline geçene kanaat etmek ve sebat etmek lazım diye düşünüyorum acizane…
Keskin sirke olarak kendimizi yiyiyoruz aslında. Bağırmak veya çığırtkanlık yapmak, acizlik sebebidir. Her işin kabul edilebilir, makul bir çözümü vardır değil mi? Sinir gösterip onun esiri davranışlar bu çözümü geliştirememek veya uygulayamamaktan kaynaklanıyor. “Anlattım anlamadı” belki anlatamadık! “Söyledim dinlemedi.” damarına dokundurarak söyledik belki!
Evsahibi ile kiracı arasında süregelen geçimsizlikleri düşünüyorum. İki durumu da yaşadım, haklı olan hep kendimiz oluyoruz, sonra olayı genelleştiriyoruz, yani işte kiracılar, evsahipleri hep böyle diye. O zaman, iki durumda da karşı tarafı haksız görme hissi ile ben kendimi kandırmış olmuyor muyum?
Evet, hayatta haksızlıklar, yanlışlıklar ve mantıksızlıklar oluyor. Sıkılmamak elde değil ama bu sıkıntılar fark ettirmeden bizi geliştiriyor. Aynı bilgisayardaki programlarda olan açıklar gibi biri delmeye çalışır, siz o açığı kapatırsınız. Önemli olan kaybettiğinizde aldığınız dersi kaybetmeyin. Bir yere not edin. Bu bir kurumsa yaşadığınız sorunu nazik bir ifade şekli ile müşteri ilişkileri veya halkla ilişkilere yazın, bu insanı nasıl rahatlatıyor göreceksiniz.
Bulunulan yerde, size sıkıntı veren herkesi göndermek ile huzur kazanılacağının zannı da büyük bir hatadır. Hani sadaka büyük belaların önünü alırdı. Ama şu zamandaki hayatta sadaka-i fıtr harici sadaka verme alışkanlığımız çoğumuzda yok maalesef. Odamızda bir çikolata olsa da koridorda gezen iş arkadaşımızın çocuğuna versek mesela… Bir de, bize sıkıntı verenler, bizi teyakkuzda tutmaya ve imtihanda olduğumuzun ihtarında vazifeliler. Bakın size bir teklif. Tanıdığınız ve kısmen veya tamamen zararına önlemler aldığınız sıkıntıları def edin, bu sefer tanımadığınız kişilerden gelecek yeni sıkıntılar sizi keşfetsin. Bu hal daha zor değil mi? Onun için Allah’tan daima bizim için hayırlısını istemeliyiz.
Son olarak sorun yaşadığımız biri hakkında konuşurken şöyle düşünsek; o kişiden bize, bizim çok önem verdiğimiz bir meselede bir kolaylık ve iyilik görsek tavrımız ne kadar değişir? O halde o farklılık kadar su-i zannımız var o kişiye diyebiliriz! Çünkü her an için bu mümkündür. Arabanızın motorundan ateş fışkırırken, arkanızda giden o hiç sevmediğiniz adam arabasından yangın söndürücü ile gelse ve ateşe yönlendirse… Yok canim, yolunu değiştirecek değil, insanin mayasında iyilik hakimdir.
Hüseyin Gürüler, 20 Nisan 2011