Bayramda büyüklerimi ziyaret için köyüme gittim.İnsan yaşadıklarını beyninde ayrı ayrı odacıklara depoluor.ben de bazı gördüklerimi ve hissettiklerimi sizlere yazma depomda biriktirdim, süzüp inceltip sizlere sunabilmek için..
Meşhur darb-meselde dendiği gibi yediğim içtiğim bana kalsın, gezdiğimi-gördüğümü paylaşayım..
(Ablam burada olsaydı yediğimiz içtiğimiz kısmını da o yazardı yemek bölümünde, ancak o okyanus ötesinde..)
Öncelikle köy hayatı hala eskisi kadar temiz ve duru.Çok şükür ki öyle.İnsan ilişkileri sıcak ve samimi.Ancak tıpkı Amerikan köylerinde olduğu gibi teknoloji artık en ücra noktalara girmiş, ya da biraz acımasızlık edip köyleri de işgal etmiş mi demek lazım acaba?
O mini mini toprak kerpiç evlerin damlarında devasa uydu antenleri görmek içimi burktu.Köylü teyzelerim, halalarım, yengelerim artık sanırım aşağı mahalledeki filancanın düğünü ya da filancanın ineğinin doğurması gibi konuları değil de Muhteşem Yuzyıl’da neler oldu bitti, ‘Sorvayvır Nihat’ kime ne dedi, bunları konuşuyorlardır günlük dedikodu niyetine.
1950 lerden beri yoğun göç yaşanan köylerimizin saf-temiz, teknolojiden arınmış kalmasından yanayım ben.
Yemekleri, dili, düşünce yapısı, adetleri, düğünleri, bayramları ile..Varsın tekjnoloji pek sokulamasın köyümün yamaçlarına.Annelerimiz varsın sarı öküzü, muhtarın kızını konuşsunlar, yün eğirip tarhana yapsınlar eski ihlas ve hevesleriyle..Yüzlerce yıllık yemeklerin tadının bozulmasından, düğün adetlerinin değişmesinden korkuyorum, konuşma dilinin yozlaşmasından, çocukların köy sokaklarında oynadıkları oyunun başkalaşmasından korkuyorum..
Bizler, köylerimize çok düşkünüz.Maddi duurmu iyi olanımız olmayanımız mutlaka yılda bir kaç kez köyümüze gider ve adeta ‘köklerimiz orada sağlam duruyor mu?’ bakar geliriz.Ben babamın köyüne ayrı bir önem veririm, sahip olduğum soyadını taşıyan onlarca kişiyle oturup sohbet etmek, onları dinlemek,onlarla geçmişe dalmak,bütün hücrelerimde geçmişi onlarla yaşamak, sorunlarına çare üretmek, kendimi güçlü hissetmemi sağlar.Günlük hayatın içinde sıkışıp kalan ruhum, babamın geçmişlerinin yaşadığı bir evin damından ufku seyrederken özgür bir kartal gibi ufka süzülür, yeryüzünü yukarılardan izler ve döner yine o dama konar sanki..
Biz şehir yerinde ömrümüzü hafta hafta, ay ay tüketiyoruz, bir bakmışız pazartesi, bir bakmışız cuma..Bir bakmışız haziran, bir bakmışız Eylül..Koca bir haftayı-ayı peynir ekmek gibi yemişiz haberimiz yok.Oysa köyde zaman saliselerle geçiyor.Damla damla..Her damla berrak bir gümüş eriyiği gibi damarlarımızdan süzülüp toprağa karışıyor.İçinde emeklerimiz var, nefeslerimiz var, o andan aldığımız tatlarımız var..Ve bu yüzden köyde hayat ağır ağır damarlarına işliyor bir yandan da insanın.Her anı yeniden yaşamak, her dakikaya daha çok şey sığdırmak istiyorsunuz.Şehir yerinde ise o kadar çok yalan yanlış, o kadar çok gereksiz ayrıntı var ki adeta öldürdüğü cesetlerini ard arda-göme göme giden bir katil gibi yaşanmışlıklarımızdan bir an evvel kurtulmak için geride “anı ölüleri” bıraka bıraka ve koşa koşa bitiriyoruz haftaları ayları..Ne demek istediğimi kendi geride bıraktığınız anılar mezarlığına ve her güne gömdüğünüz hata cesetlerinize bakın, anlarsınız..
Köyde zaman ezan vakti ile ayarlanmış.Sabah namazını kılıp çıkıyorsunuz bir işe, öğlene kadar zaman sizin dizginli atınız, kontrolü sizde..Öğle ezanıyla her nerde iseniz sabahtan beri yapageldiklerinizi zarar ve ziyanıyla Rabbe teslim edip, yükü indirip yeni bir boş heybe yükleniyorsunuz.İkindi vakti giriyor, o hyebeyi Rabbin kutlu ambarına bir daha boşaltıp akşama kadar ki vakti kuşanıyorsunuz bir altın kemet gibi belinize..Zaman sizi esir almış bir canavar değil, sizin yönettiğiniz ve sizi Ala-yı İlliyyine çıkaracak kutlu bir Burak’a dönüşüyor köyde..Bu yüzden köyde yaşayan akrabalarımın simasına baktığımda şehirdeki insanın yüzünde dolaşan kaygı, endişe, ümitsizlik, ızdırap vs.yi görmedim hiç.İbrahim dayım,Hayce Anam,Allaha şükür ampul gibi yanıyor simaları hala,Yakın dostlarımdan dediği Azrail (a.s) gelmemiş ziyaretierne,, elem duyarak adeta ölüme meydan okuyorlar Mütevekkil, sabırlı, alabildiğince ümitli ve sürekli çözüm üreten insanlar..Zira zamana esir değil, zamanın efendisi olmuşlar..
Şimdi köyümden dönme hazırlığı içindeyim.Kafam karma karışık.Ayın aydınlık yüzünden karanlık yüzüne göç ediyorum ,duruluktan,saflıktan,berraklıktan çıkıp hilenin ve ihanetin kol kola gezdiği şehre dönüyorum..İş yerime, evime, iş anlaşmalarıma, siparişlerime, benden mal ya da ödeme bekleyen müşterilerime döneceğim kısmetse.
Şehrimin kaldırımlarına, trafik ışıklarına, sürekli tıka basa dolu arabaları ittirdiğimiz AVM’lerine, şehrin ışıklarından dolayı asla masmavi olamayan kıpkırmızı fosforlu gökyüzünün altındaki günahı bol-hayrı az şehrime döneceğim.
Para konuşacagız,huzuru bırakıp..Dyumsuzluk konusacagız tefekkuru bırakıp.Çünkü bu şehirde ne yaparsak yapalım hiç ama hiçbirşey kafi gelmeyecek doymayan gözlerimize ve doyumsuz nefsimize
Babannemin nur nakışlı-şefkat bakışlı sinesinden kopup, ‘yaşamak canavarı’yla olan yarım kalmış hesabıma döneceğim.
Döneceğim şey hayatsa bıraktığım ‘hayat ötesi’ bir şey olmalı, yok eğer geride bıraktığım hayatsa döndüğümün adı nedir, bilemiyorum; ama bildiğim şey, şehir ortamında hayatı sıkalıyoruz, doğal lezzetlerden uzak, plastik kaplar-kalıplar arasında nefessiz ve maalesef zamanın esiri bir avuç insanız, bunu şimdi daha iyi biliyorum.Vicdan dediğimiz kavram sanki buralardan çoktan ıraklaşmış yerlerini taştan kayalara bırakmış
Ben köyümden ‘Zaman Burağı’nın sırtında ve heybemde yaşanacak çok güzel zamanlar, ömür tarlama serpiştirilecek GDO’suz yeni tohumlar ve dileyene sunabileceğim yeni bir başlangıç fırsatıyla dönüyorum.
Bir yerlerden yaşadığı iklime dönenlere de tavsiyem, endişe ve acılarınızı orada bırakıp dönün..Anı cenazelerinizi, intikam cesetlerinizi orda gömün toprağa, bütün savaş baltalarınızı da bereber tabii, lütfen ruhunuzda bir seyyar ölüler evi taşımayın, soyunun o şehrin giydirdiği yaşanmışlık kefenlerinizi kambur sırtlarınızdan; hayat urbasını, yaşamak fistanlarını, tevazu hırkalarınızı kendiniz giyinin elinizle, öyle dönün sizden kahramanlıklar bekleyen şehrinize..
Hem uyarmam lazım sizi;
Şehir mezarlığı bu kadar nefreti, bu denli hırs ve öfkeyi
ve bu kadar çok intikam ölüsünü kaldıramaz!!
7 thoughts on “Atilla Barsan – Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar”
cemasep
(September 10, 2011 - 8:54 pm)Bayramlar en güzel,en saf,en tatlı köylerde kutlanır.Çünkü duygular daha sade, fikirler daha net, bakışlar daha duru.Büyüklere saygının,küçüklere sevginin en samimi,düşüncelerin en saf olduğu yerlerdir köyler.Bu duyguları ifade etmek yaşamaktan daha zor olsa gerek.Köy bayramlarını bu kadar güzel anlattığın için teşekkür eder,nice nice bayramlara ulaşmak dileği ile…
SALİH ÖZENDAÇ
(September 10, 2011 - 8:44 am)bende köyde olmayı çok isterdim çünkü oradaki insanlar saf çok temiz ama biz şehirde sahte gülücüklü insanlarla bayramı geçirdik zoraki bayram ziyaretleri ama köydeki bayramlar ayrı olur bizim köyden misal verim yaşlılar köy meydanındaki kahvede oturur bayramlaşılır çok tatlı sohbetler akşama kadar sürer insan hiç bıkmadan dinler o güzel köy havasında ama biz şehirde yozlaştık ne bayramdan haberimiz var nede özel günlerden ama atilla kardeşim öyle güzel şeylez yazmışki ben hemen atlayıp köye gitmek istedim bize köyü hatırlattığın için teşekkürler atilla kardeşim sana hayatta başarılar
davut
(September 9, 2011 - 3:45 pm)keske köylerdeki bu ihlası ve samimi gecen bayramlarımızı ve bayram ziyaretlerimizi şehir ortamınada yansıtabilseydik…Buralarda evlat babaya kardeş kardeşe küs geçiriyor bayramları
ahmet arı
(September 7, 2011 - 6:27 pm)Gaz lambasında buyklerımızden hıkaye dınlemek geldı aklıma ne gunlerdı
Mahide
(September 7, 2011 - 5:58 pm)Yeni bir bayrama yeni umutler, huzurlu yuzler, hayirli mutlu omurler,
yeni, yine soluksuz okuyacagimiz yazilarinizda bulusmak dilegiyle.
erdal
(September 6, 2011 - 7:38 am)o zamanları hep özluyoruz kardeş
aysun bilge sağ
(September 6, 2011 - 7:00 am)yazınızı bir arkadaşım vasıtasıyla okudum.ben de köy kökenli biriyim.tıpkı yazdığınız gibi biz de yazları köyümüze gidiyoruz.o kadar çok düğüne katıldım ki tatil düğünlere yetmedi.dediğiniz gibi bende geleneklerin bozulmasından korkuyorum.artık orda yapıp geldiğimiz şeyleri çocuklarımız yemiyor.burun kıvırıyor.oysa organik ürünler diye bu işin sektörü oluşmuş durumda.bir yandan doğalllığımızı kaybederken bir yandan “organik” adı altında doğal ürünler üretilip 5 katı fiyatına satılması neyle izah edilir bilmiyorum.