Soru 60: Müslüman kadının kılık-kıyafeti; şartları,özellikleri ve ölçüleri nasıl olmalıdır? Başörtüsü veya örtünmenin Kur’an ve sünnetten delilleri var mıdır? Ana hatlarıyla konuya açıklık getirmenizi istirham ediyorum, selam ve hürmetlerimle.
Cevap 60: Müslüman kadının tesettürünün ölçülerini, temellerini ve şartlarını belirleyen açık âyet ve hadisler vardır. Yüce Kur’an’ın,kadın-erkek her Müslümanın nezih bir hayatyaşamasını hedeflediği ilgili âyetleri şöyledir:
“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) esirgesinler ve namuslarını korusunlar! Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Gerçekten Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mü’min kadınlarada söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) esirgesinler, namus ve iffetlerini korusunlar! Açıkta kalan/kendiliğinden görünen kısmı müstesna olmak üzere, zinetlerini göstermesinler”(Nûr 24/30-31).
Bu âyette geçen “Açıkta kalan / kendiliğinden görünen kısmı müstesna” tabiri,hemen bütün ulema tarafından yüz ve eller şeklinde anlaşılmış; yüz ve ellerin örtülmesi gerekli (avret) uzuvlar olmadığı ifade edilmiştir.
Yüce Kur’an’ın şu beyanları da evrensel nitelik taşır: “Kadınlar başörtülerini (humur) yakalarının üzerine (kadar) koysunlar / örtsünler”(Nûr 24/31). “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaçtan dolayı dışarı çıktıkları zaman) dış elbiselerini / örtülerini (cilbâb) üstlerine almalarını söyle. Onların tanınıp incitilmemeleri ve taciz edilmemeleri için en uygun olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir”(Ahzâb 33/59).
Müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin (r.a) şu tesbiti, bu âyetin nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiği hususuna ışık tutar: “Kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler” âyeti nâzil olunca, Ensâr kadınları, başları üzerinde âdeta kargaları andıran (siyah) örtüler olduğu halde, evden dışarı çıkarlardı”(Ebû Dâvud, Libâs 29).
Arap dili ve tefsir âlimi Ebû Zekeriyyâ el-Ferrâ (v. 207/822) diyor ki: “İslâm öncesi câhiliye devrinde kadınlar, başörtülerini arkalarına salıverirler ve ön taraflarını (boyun ve yakalarını) açarlardı. Bunun üzerine Müslüman kadınlar tesettürle emr olundular”.
Konuyla ilgili burada kaydedilmesi gereken hadisler ise şöyledir:
a) Hz. Âişe’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ, giydiği ince elbise ile huzuruna gelmesi üzerine Rasûlullah (s.a) ondan yüzünü çevirir ve şöyle buyurur: “Ey Esmâ! Kadın büluğ çağına eriştiği zaman, artık onun şu ve şu yerleri dışında bedeninin görülmesi uygun olmaz”. Rasûlullah (s.a) bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etti(Ebû Dâvud, Libâs 31).
Bu hadis, örtünmede istisna edilen yerlerin yüz ve eller olduğunu gösterir. Hanefî fıkıh âlimi Cessâs, evlenme niyetiyle ve şâhitlikte şehvetle de olsa yabancı kadının yüzüne bakılabileceğini ifade eder. Fakat yüzün ve ellerin açılmasını câiz gören âlimlerin çoğu şehvet, fitne ve fesat korkusunun bulunmaması şartını ileri sürer. Kadına fiilen musallat olmak, şehvet duymak, laf atmak veya kötü duygu ve düşüncelere kapılmak gibi bir fitne korkusu ve fesat ortamının olmaması durumunda, Hanefîler’in de içinde bulunduğu âlimlere göre, yüz ve eller açık olabilir.
b) Hz. Âişe, yakasını gösteren ince bir başörtüsü ile yanına gelen yeğeni (Abdurrahman’ın kızı) Hafsa’nın başörtüsünü yırtmış ve “Sen, Allah’ın Nûr sûresinde indirdiği âyetleri bilmiyor musun?” demiş ve ona kalın bir başörtüsü takmıştır(İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 71-72; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 235).
c) Bazı sahih hadislerde, “kırıtarak ve salınarak yürüyen, meylettiren-meyleden” diye nitelenen, güzelliğini teşhir düşüncesiyle vücudunun bazı yerlerini gösterecek şekilde ince, şeffaf ve dar elbise giyen veya giyinmiş olmalarına rağmen hareket ve davranışları ile karşı cinsi tahrik ve taciz eden kadın anlamında “giyinmiş çıplak” tabiri geçer(bkz. Müslim, Libâs, 125; Cennet, 52;Muvatta’, Libâs, 4).
Rasûl-i Ekrem’in “Ben onları henüz görmedim” diyerek nitelediği bu anormal görüntü, çok geçmeden İslâm dünyasında ortaya çıkar ve Nevevî’nin de ifade ettiği gibi hadis, “nübüvvet mucizelerinden biri” sayılır.
d) “Allah, kadın gibi giyinen erkeğe ve erkek gibi giyinen kadına lanet etmiştir”(Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed b. Hanbel, II, 325).
İslâm âlimleri, söz konusu âyet, hadis ve tarihsel uygulama ışığında Müslüman kadının tesettürünün / kıyafetinin model ve stilinden ziyade, nasıl olması gerektiğine dair şu esasları ortaya koymuşlardır:
a) Kadın, Kur’an’ın ve sünnetin istisnâ ettiği yerler hâriç, bütün bedenini örtmelidir.
b) Dışarıda giyilen üst elbise (cilbâb) bizâtihi zinet olmamalıdır. Dış giysiler, erkekleri etkileyecek ve rahatsız edecek kadar süslü ve alımlı olmamalı, renk ve model itibariyle sade, mütevazı ve ağırbaşlı olmalıdır.
c) Tenin rengini belli edecek ve altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olmamalıdır.
d) Vücut hatlarını, yani göğüs, bel, kalça gibi uzuvları belli etmeyecek şekilde geniş olmalıdır.
e) Erkeklerin elbiselerine benzememelidir. Kadın ile erkek, kendine özel elbise giymeli, birbirlerinin kıyafetine özenti duymamalıdır.
Sonuç itibariyle, kadının örtünmesi, salt geleneksel bir uygulama veya politik-ideolojik bir simge değil, zarûrât-ı dîniyye yani, dinin kesin hükümleri (farzları, vecîbeleri) arasındadır. Kur’an, sünnet, icmâ ve fiili tatbikatla sâbit olan örtünme hükmünü hafife alarak veya alay konusu yaparak reddetmek, dinî şiar ve değerlere hakaret sayılır. Bilinçli yapılan bu nevi hakaretler inkar / küfür niteliği taşır. Allah’tan af dileyerek örtünme hükmünü tatbik edemediğini itiraf eden kimse ise günahkâr kabul edilir. Çünkü burada bir nakisa, yani farz olan bir hükmün ihmal edilmesi söz konusudur.
Kadının tesettürü, onun iç dünyasını dışa yansıtan kimlik ve kişiliğinin bir şiarı / tezahürü olduğundan insanlar üzerinde itibar ve hürmet uyandırmalıdır. Onun taşıdığı bu dinî şiar, karşıtları tarafından yöneltilen tepkiler veya bazı Müslümanlarca yapılan tuhaf teviller karşısında gevşeklik göstererek kaybedilmemeli, aksine dinî inanç ve bilinç gereği savunulmalıdır.
Günümüz şartlarında başörtüsünün, okuyan veya çalışan bayanlar için serbest bırakılması halinde, kamu düzenini bozacağı, bir siyasal simge ve bir tehdit olacağı, dindar-dinsiz ayırımcılığına imkân vererek toplumsal kargaşaya götürebileceği ileri sürülemez, sürülmemelidir. Bilinmelidir ki, toplumun huzur ve sükûnu, sorumluluğunun farkında olan, dinin hüküm, hikmet ve şiarlarına saygı gösteren şahsiyetlerin varlığına ve iyilerin (ebrâr) kötülerle (füccâr) yapacakları mücadeleye bağlıdır.
Prof. Dr. Zekeriya Güler – Haber 7