Diziler bir bir yayından kaldırılıyor, sektör çalışanları suçu birbirlerine atıyor
ŞEBNEM ABAYGİL – sabaygil@haberturk.com
HABERTURK.COM / ÖZEL HABER
Her geçen gün ‘reyting savaşına kurban giden’, ‘erken final’ yapan diziler kervanına bir yenisi daha katılıyor. Geçtiğimiz sezonlarla karşılaştırdığımızda, 3-4 bölümde yayından kaldırılan dizilerin sayısı bu yıl oldukça fazla.
Seyirci alışkanlıklarından vazgeçmiyor ancak yeni yeni yapımlar da seyirciye sunulmaya devam ediliyor. Ekran macerasına yeni başlayan diziler, ‘Muhteşem Yüzyıl’, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’, ‘Adını Feriha Koydum’ gibi, artık liderliği ellerine almış ve de bırakmayan yapımlar karşısına 1-0 yenik çıkıyor ve pek çoğu da yarışı erkenden kaybediyor. Onlarca yapımın deyim yerindeyse ‘çöp’ olması, yüzlerce sektör çalışanının da işsiz kalması anlamına geliyor.
Yıl başından bu yana, düşük reytingleri nedeniyle yayından kaldırılan dizilere bakacak olursak;
ATV: Kızım Nerede?, Reis, Kurşun Bilal, Aşağı Yukarı Yemişlililer, Bir Günah Gibi, Seni Bana Yazmışlar
SHOW TV: Karakol, Karadağlar, Canım Babam, Gün Akşam Oldu, Sensiz Olmaz
STAR TV: Sırat, Yalancı Bahar, Ay Tutulması, Geniş Aile
FOX TV: Zehirli Sarmaşık, Canan, Arka Sıradakiler Umut (Son bölümleri yayınlanıyor)
KANAL D: Şüphe, Üsküdar’a Giderken, Nuri
TRT 1: Yerden Yüksek
KANAL 7: Müziklerin Efendisi
Yapımcılar özgün senaryo olmayışından, senaristler farklı işlere para yatırılmamasından şikayetçiler. Oyuncuların en büyük sıkıntısı sezon ortasında işsiz kalmak. Hepsinin birleştiği ortak nokta ise Türkiye’de televizyonculuğun artık diziler üzerinden şekillenmesi.
Peki bu durumda en büyük darbeyi kim alıyor; en çok parayı kim kaybediyor? Türkiye’deki dizi sektörü ne durumda? Yaşanan bu olumsuzlukları ortadan kaldırmanın yolu ne?
MEMET GÜLER – Televizyon eleştirmeni, HT MAGAZİN Müdürü
“YAPIMCILAR KENDİ AYAKLARINA KURŞUN SIKIYOR”
En büyük kaybı bu işe para yatıran yapımcılar yaşıyor. Kanallar 4 bölümlük, 8 bölümlük, en kabadayısı 13 bölümlük anlaşmalar yapıyorlar. Fakat yapımcı oyuncuya, sete, dekora bir ton para dağıtıyor, bu yüzden sektörden çıkan bir sürü yapımcı biliyorum ben. Reytingi tutmadığı zaman da kanal hiç düşünmeden fişi çekiyor, çünkü korkunç bir maliyeti var. Şöyle kabaca bir hesap yapalım; diyelim ki bir dizinin bir bölümü 500 bin liraya çekiliyor ki ortalama bir rakam söylüyorum. Kaliteli diziler bunun 2-3 katı. 4 bölüm çekse 2 milyon lira, dolar üzerinden düşünürsek 1 milyon dolar para yapar. Şu ana kadar kalkan dizi sayısı 40. En az 50 milyon dolar para heba olmuş durumda. Bunu da dönüştürmenin yolu yok. Ben bir kanal olsam bir diziyi mutlaka 13 bölüm yayınlarım. Oradaki seçici ekibe güvenirim ve arkasında dururum. Ama bu amansız rekabet maalesef kanallara bu duruşu sergiletmiyor. Agrasif yayıncılık yapıyoruz. Yapımcılar kendi ayaklarına kurşun sıkıyor.
Bunun yegane çıkış yolu vardır: Yapımcılar ve kanal yönetimi bir araya gelmeli, bu amansız rekabete bir dur diyip bu işin anayasasını yazmalılar. Ellerindeki dizileri aralarında organize olarak yayınlamalılar. Kanal D en kuvvetli dizisi ‘Kuzey Güney’se, bunu inatla çarşamba günü ‘Muhteşem Yüzyıl’ın karşısına koymamalı. Rekabeti bu kadar sert yapmayacaklar. Hiç seyredilmese bile prosedür olarak yapımcılarla 13 bölümü yayınlamak şartıyla anlaşma yapacaklar. Diyecekler ki “13 bölümden önce dizi kaldırmak yok, haftanın günlerini paylaşalım.” Biri en kuvvetli dizilerini prime time’da yani 8-10 arasında yayınlıyorsa öteki 10-12 kullanacak. Bundan seyirci kazanır, kanal reklamını satar, reytingini alır, doğru rekabet yapar. Yapımcı parasını sokağa atmış olmaz; Halil Ergün, Filiz Akın gibi büyük oyuncular da 3 bölümde dizileri kalkan starlar haline gelmezler.
Televizyon sektörü diye bir şey kalmadı, artık dizi sektörü var. Eskiden oturur eğlence programları seyrederdik. ‘Bir Başka Gece’ler falan kalmadı. 10 senedir Okan ve Beyaz, iki tane televizyon yıldızımız var ve onları izliyoruz. Yeni birini çıkaramadık. Neden, çünkü dizi rekabeti var ve bu kolay. Bir sürü cin gibi genç geliyor radyo televizyon bölümlerine. Bunlar ne yapacak? Televizyonculuğun sadece dizi sektörü haline gelmesi çok büyük bir sıkıntı. Bundan 10 sene önce biz her sene bir diziden bahsederdik. Bir yıl ‘İkinci Bahar’dı, bir yıl ‘Asmalı Konak’tı… Şimdi öyle değil. Bu bir açıdan iyi, sektör büyüdü. Biz artık dizileri yurtdışına pazarlar olduk. Kıvanç Tatlıtuğ dediğiniz adam bugün artık 1 milyar insanın yaşadığı bir coğrafyada ünlü.
FARUK BAYHAN – Yapımcı – BLOOMBERG HT ‘İKONOSKOP’ programı sunucusu
“DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BÖYLE BİR ÖRNEK YOK”
Televizyonculuk kayboluyor, çok geniş bir yayıncılık yelpazesi yok maalesef. Baktığımız zaman kanallar da çoğaldı. Eğlence kanalları, müzik, haber, spor kanalları… Bütün bunlar ayrı ayrı olduğu zaman, ulusal kanalların bugün yaptığı yayın şekli doğru mu yanlış mı tartışmasını geniş kapsamda düşünmek lazım. Bana sorarsanız, doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir örnek yok. Gerek Amerika’daki gerek Avrupa’daki televizyonlarda çok geniş bir program yelpazesi vardır, tamamen diziye bağlı değildir. Televizyonda spor kalmadı, sinema kalmadı… Haftada 50’ye yakın dizi yayınlanıyor. Diziler 80-90 dakika, reklamla, özetle birlikte tam prime time’ı kapsıyor. Bunun yanı sıra müthiş bir reyting savaşı var. Reyting almayan iş kötüdür diye de bir şey yok. Sorun fazla dizi olmasından kaynaklanıyor. Televizyonun anası stüdyo programlarıdır. Acun’un yaptıkları dışında prime time’da yayınlanan stüdyo programı kalmadı. Bütün gayretine rağmen Acun Ilıcalı’nın yaptığı programlar da istenilen yere geliyor mu gelmiyor mu tartışılır. Neredeyse haberler bile kaldırılacak. Türkiye’de dizi konusunda televizyonlar da yapımcılar da çok ileri gitti, çok iyi diziler var. Yayın planlamalarının düzenli olabilmesi için Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun da müdahil olmadan tavsiyelerinin alınması gerekiyor. Türkiye bir televizyon cenneti. Diziler artık yurtdışına da pazarlanıyor, formatları alınıyor. Bu bir endüstri oldu. Bu endüstri biraz daha planlı, programlı şekilde yapılırsa hem diziler olur hem stüdyo programları.
FATİH AKSOY – Yapımcı
“TÜRK TELEVİZYON SEYİRCİSİ ÇOK ŞANSLI”
Daha önceki sezonlarda da Çarşamba günü 5 dizi izlemiyorduk ama şimdi biraz daha tek diziye dönme durumu var. Her gün seyircinin seçtiği bir dizi oldu ve o şekilde kaldı. İki tane olsa ikisi de kalacak ama öyle bir durum olmuyor. Konular da tıkandı, pek çok dizi birbirin benzeri hikayeler anlatıyor. Seyircinin artık farklı şeyler beklediğini düşünüyorum. Bunu da televizyoncular bulurlar, bizim işimiz de yenilikler bulmak, bunu seyirciye sunmak. Biri tutmazsa diğeri tutar, yapımcılar bir dizisi tutmayınca yapımcılığı bırakacak değiller. Benzer hikayelerin denenmesini doğru bulmuyorum, akıllıca bir şey değil. Onlarca tutmayan işten sonra televizyon kanalları da o yapımcıya başka bi dizi çektirmez ama 1-2 işi tutmadığı diye ismi olan yapımcıların piyasadan silinmesini beklemek yersiz. Dünyanın her yerinde prosedür böyledir. Bence Türk televizyonu şu anda dünyadaki en parlak televizyonlardan biri ve Türk seyircisi de dünyadaki en şanslı seyircilerden.
FARUK TURGUT – Yapımcı
“TÜRKİYE’DE ‘ACUN ILICALI VE DİZİLER’ GERÇEĞİ VAR”
Artık sağlıklı ve iyi proje çok az çıkıyor. Kanal sayısı arttıkça sektörün de ihtiyaçları artıyor. İşin üretim, yani iyi senaryo tarafı sağlıklı yürümezken talep patlaması sonucunda yapımcılar da “Bunu da bir deneyelim, belki olur” umuduyla kenarda köşede tuttukları, çok da güvenmedikleri bir sürü projeyi sahaya sürmek durumunda kalıyorlar. Üstünde düşünülen, emek gösterilen, ön hazırlığı doğru yapılan işlerin performansı ortada, ama böyle alelacele, cast’ına fazla emek harcanmayan, senaryosuna yeterince kafa yorulmayan işlerde de özellikle bu sene çok büyük bir hezimet yaşandı. Seyircinin beğenisi ve algısı da çok değişti. Türk televizyon seyircisi artık iyiyle kötüyü çok iyi ayırıyor, kötüye tahammül edemiyor. “Kimse beni aptal yerine koyamaz” diyor. Geçen seneden gelen dizilerin performansı da ortada. Yeni gelenler onlarla alternatif olarak yarışamadığı için, seyirci de eskileri tercih edip yenilerin yüzüne pek bakmadı.
Türkiye’de televizyonculuk dizi mantığı üzerinden şekilleniyor. Prime time’da yayın yapan, reklam gelirleri ağırlıkta olan bütün kanalların tüketim olarak talep ettikleri tek şey dizi. Dizi bitirip yerine dizi koymaktan başka çareleri yok. Türkiye’de ‘Acun Ilıcalı ve diziler’ diye bir gerçek var. Ya tutarsa mantığıyla alternatifler deneniyor. Bu düzen değişmez. Bu gerçeği de sektörün aktörleri, yapımcıları, yönetmenleri herkes biliyor ve bu gerçekle bu işi yapıyorlar, kimse için de sürpriz olmuyor. “Eyvah yandık, bittik!” diyen de yok. Ben sezona 5 diziyle girerken reyting rekorları kıracaklar diye bir hedef koymuyorum ki. Hiçbir yapımcı da bu niyetle başlamaz. Adeti çoğaltarak “Ya tutarsa” şansını biraz daha arttıyorsun, bu kadar basit ve net! Bu öz eleştiriyi yapmaktan da gocunmuyorum.
EMRE KINAY – Oyuncu
“SORUMLU BİZLERİZ”
Televizyonun doğasında var bu tür şeyler ama projelere biraz öngörüsüz atlanıyor. Olan da genelde set ekibine oluyor. Biraz daha yılı planlamalı çalışabilirsek eğer sektör olarak bu tür şeyler yaşamayız. Zaten ne yasası var, ne sette çalışanın sendikası var… Oyuncular Sendikası kuruldu ama hükümetler yasayı çıkartmadığı sürece hiçbir yaptırımınız söz konusu değil. 1962’den beri mecliste bekleyen bir tiyatro yasası var. Türkiye Cumhuriyeti yasası içerisinde bizim mesleki olarak bir tanımımız yok ki. Dolayısıyla Oyuncular Sendikası o yasaları çıkartabilmek için doğru bir adım ama buna gönüllü olması gereken siyasi partiler olmalı. Onların da böyle bir yasa çıkartmak için ne düşüncesi, ne niyeti, niyeti olsa bile vakti yok. Yabancılar bizimle bu yüzden çok dalga geçiyorlar. Benim en az 10-12 tane işim yurtdışında yayınlanıyor. İnsanlar telif alabilseler, bu çalışmadıkları dönemin tazminatları yerine de geçer.
Bu işin sorumluları ve çözümü getirecek olanlar da bizleriz yani sektörün çalışanları. Sektörü çalıştıranlardan çözüm beklemek doğru değil. Diziler kalkıyor evet ama bazen de setler değişiyor. Oyuncular kalıyor, yönetmen ve set ekibi değişiyor. Hemen ertesi gün başka bir ekip gelip işe başlıyor. Burada bile bir dayanışma yok. Bir ekip değiştiğinde öbür set ekibi 1-2 ay çalışmasa zaten sektör kendine çeki düzen verecek, kanal da yapımcı da ona göre çalışacak. İşi üreten bunun bilincinde olur ve ona göre davranırsa iş verenler buna kayıtsız kalamazlar. Birinin boşalttığı yeri diğeri ertesi gün doldurduğu sürece, sermaye kendi istediği doğrultuda sektörü yönlendirmeye devam edecektir.
EYLEM CANPOLAT – Senarist
“KANAL, GÜVENDİĞİ YAPIMIN ARKASINDA DURMALI”
Dizilerin erkenden yayından kaldırılmaları en çok senaristleri vuruyor. Bir sezonluk işe en az 6-7 ay bazen 1 yıl emek veriyorsunuz oluşturmak için ve erkenden bittiği zaman en çok senaristler etkileniyorlar. Ellerinde yeni projeleri yoksa hem işsiz kalmış hem de 1 senelerini kaybetmiş oluyorlar. Kanallar çok aceleci davranıyor, çok çabuk sonuç almak istiyorlar. Eli yüzü düzgün, ne anlattığı belli olan, kaliteli oyuncuların yer aldığı bir yapımın 13 bölüm yayınlandığında tutmayacağına inanmıyorum. Bu geçmişte de yapılmış ve deneyimlenmiş bir şey. ‘Yaprak Dökümü’ de ilk başladığı zaman çok büyük reytingler alan bir iş değildi. Ama inat edilip, inanılınca ne olduğu görüldü çünkü çok özel bir işti. Kanal onun arkasında durduğu için reytingleri giderek, çığ gibi büyüdü, seyirci tarafından farkedildi. Şu anda o kadar çok seçenek var ki, seyircinin artık hangi dizinin ne zaman yayına girip kaldırıldığından bile haberi olmuyor. Kanallar daha az ve daha öz işler alıp o işlerin de arkalarında durmalılar. Yapımcıların “Artık konu sıkıntısı var, özgün işler çıkmıyor” yorumlarına katılmıyorum. Çok farklı projeler var, yazılmış kağıt üzerinde ama bunlar satın alınıp yapılmıyor. Cesaret istiyor, cesaret edenler de farklı işlerle kendilerini gösteriyorlar zaten. Bir sürü genç insan var, bize her gün yeni projeler geliyor ama fırsat tanınmıyor. Bir proje tuttuysa hep benzerlerini görmeye başlıyoruz. Kanallar tutacağına emin oldukları projeler istiyorlar. Raflarda bekleyen çok özgün projeler olduğunu biliyorum. Türk dizi sektörü henüz kendini bulma aşamasında. Bizi heyecanlandıran işler de yapılıyor ve çok daha iyilerinin olacağına inanıyorum. El yordamıyla çözülüyor işler Türkiye’de. Bu genel bir problem, yaşanan depremde de gördük. Bu Türkiye’nin genel anlayış şekli.