Amerika dünyada en çok turist gelen ülke değil ama turizmden en çok parayı kazanan ülke konumunda. Bu da ne kadar güçlü bir strateji geliştirdiklerinin kanıtı…
New York Amerika’nın en kalabalık şehri… Yüz yıldan fazladır dünyanın en önemli ticaret ve finans merkezlerinden biri. Şehir, medya, politika, eğitim, eğlence ve modadaki küresel etkilerinden dolayı bir dünya şehri olarak kabul edilmekte. Birleşmiş Milletler Genel Konseyi binasına ev sahipliği yaptığından dış ilişkiler için de çok önemli bir merkez durumunda.
Tip Vermeyince Tiribe Giriyorlar…
Kalacağımız ev Brooklyn’de. New York’un varoş sayılabilecek bölgelerinden. Taksiye biniyoruz. Şoför Uzakdoğulu bir adam… Taksiler filmlerde olduğu gibi şoförün gaspa uğramaması için kafes gibi bir bölme ile ayrılmış. Kendinizi polis otosunda tutuklu gibi hissediyorsunuz. Bizi gideceğimiz adrese güç bela da olsa bırakıyor. Şoför bagajdan aldığı iki valizi yere indiriyor, sonrasında da tip istiyor. Ne bu tip diye adama tip tip bakıyorum ama adam parayı almakta kararlı. Bu Amerikalılar her şeyin bir bedeli var mantalitesinde yaşıyor. “Ben bagajımı alamaz mıydım, sanki içeri mi taşıdın? Alt tarafı yere koydun” diye lafı uzatınca adam “tip” den vazgeçiyor, kadın dırdırı her zaman olduğu gibi yine iş görüyor ve tiriplere giren şoför basıyor gaza, söylene söylene yoluna devam ediyor.
Dini İmanı Para Derler…
Kalacağımız ev burada yüksek lisans yapmak için Türkiye’den gelen iki arkadaşın kaldığı bir ev. Tanıdık vasıtasıyla geliyoruz, lakin kızlar günlük 40 dolar yatak parası istiyor. İstisnasız her ülkede aynı vaka: İsterseniz yakın akrabanız olsun gittiğiniz kişi. Kaldıkları ülkenin havasından, suyunda mutlaka etkileniyorlar. Amerika buram buram kapitalizm kokuyor; özelde ve tüzelde, her yerde.
New York = Metro
Akşam oturup bir gezi programı çıkarıyoruz. New York’da gezmenin altın kuralı metro kullanım tiyolarını kapmanız. Haritayı nasıl kullanacağınızı anlarsanız, şehir avucunuzun içinde demektir. Haritanın üstü yukarı, alt kısmı aşağı olarak belirleniyor. Yukarı doğru gidecekseniz “up”, aşağı doğru “dawn” istikametini takip edeceksiniz. Hangi bölge hangi istasyonlarda kesişiyor, nereye gitmek için nerelerden aktarma yapmanız gerekir kavrarsanız bu iş olmuş demektir. Abarttığımı düşünmeyin. Metro New York için her şey demek. Kat kat raylar, her yönde tabelalar var. Kaçıncı kattan bineceğim, hangi yöne gitmeliyim, şu numara nereden geçer, o istikamet bulunduğum konuma göre yukarıda mı, aşağıda mı kalır hesap etmeniz gerek.
14th Street Union Square’da Bana Geldik Diyiver Kızım!
Anlamadığım nokta, biz de Sarıyer otobüsü buradan geçer mi, görünce bana haber ediver kızım” diyen teyzeler burada yaşamak zorunda kalsa ne yapacak? Peki buradaki teyzeler nasıl yolunu buluyor, sanırım bir yolunu buluyor. Zorunluluklar insana her şeyi öğretiyor.
Metroda oturup etrafı inceliyorum: Müzik dinleyen dergi karıştıran, elma yiyen, ya da karşısında oturanın ayakkabılarına dalmış gözleri ile iş yerinde yapacaklarını tahayyül eden Amerikan insanı. Brooklyn Köprüsünden manzara resimleri çekerken dayanamayıp kadrajı metrodaki insanlara yöneltiyorum. İşte bu çok riskli bir hareket… Şikâyet edildiğiniz takdirde metroyu durdurup polis çağırabiliyorlar. İnsanların izni olmadan resimlerini çekemiyorsunuz. Kişisel hak ve özgürlükler göz yaşartıyor.
Hiç Uyumayan Şehir New York
Her bir yanda bin bir çeşit milletten insan var. Hepsinin huyu suyu, teni, rengi, ananesi, kültürü farklı farklı… New York, bir göçmen kenti. Kentte yaklaşık 170 ayrı dil konuşulmakta ve her üç kişiden biri ABD dışında bir ülke doğumlu. 24 saat açık olan metrosu ve yoğun trafiğiyle “Hiç Uyumayan Şehir” adını almış.
Herkes çok meşgul ve sürekli çalışıyor. Öyle fazla cana yakın bir millet değiller. Aslına bakarsanız bir millet de değiller. Toplama insanların oluşturduğu dünya karması ABD. Belki de o nedenle herkes kendini gösterme, sivrilme, fark edilme derdinde. Yükselmek için diğerinin başını ezmek problem değil. Emperyalizmin enaniyet sahibi çocuğu kapitalizm, elbet böyle bir ortamda yeşerebilirdi. Kapitalizm yeşerdi, boy verdi, kökleriyle dünyayı sarıverdi. Ona karşı duranları sömürdü, yalakalarını ihya etti.
Hani Beleşdi, Ayıp Ama!
İlk hedefimiz Bronx Zoo. Neden derseniz bu gün Çarşamba ve halk günü. Beleş diyor, yerleşiyoruz. Burası yağmur ormanları tarzında oluşturulmuş büyük bir park. Bronx Zoo’da bir lokomotif gezisi yapıyoruz. Bu lokomotif gezisi ve hayvanları yakından incelemek isterseniz gireceğiniz bölümler paralı; “bu nasıl halk günü, bunlar günahını bile parayla satarlar insana” türünden söyleniyorum.
Raylar 10 metre civarı yükseklikte inşa edilmiş. Böylece hayvanları kuşbakışı onlara ve elbet kendinize zarar vermeden izleyebiliyorsunuz. Aracı kullanan görevli bir yandan da park hakkında bilgiler veriyor. Belli noktalarda duruyor ve national geographıc gözlemcisi tadında vahşi hayvanları izliyorsunuz. Parkın tamamını gezdiriyorlar. Hem hayvanlar, hem de onu izleyenler gayet memnun. Tel örgülerin görünmemesi hayvanların daha özgür ve daha mutlu olduğunu düşündürüyor.
Kanla Beslenen Bir Nesil…
Bronx Zoo içinden akan nehir bulunduğunuz şehrin kalabalığını ve karmaşasını unutturuyor. Kendinizi Amazon yağmur ormanlarında gibi hissediyorsunuz. Zararsız hayvanların etrafta rahatlıkla dolaşması da çok hoş… Nehrin devamında sular hafif bir şelale görüntüsü veriyor. Burada ördekler koloniler halinde kâh yüzüyor, kâh cadde sokak keyfe keder geziyor. Adamlar özgürlük anıtını boşa dikmemiş, hayvanları bile kanadını kuyruğunu sallayarak dolaşıyor. Ah bir de mazlum halkların kanıyla beslenmeseler, başka da bir kusurları yok, pamuk gibi insanlar netice de.
Parktan çıkarken şok oluyorum, kurduğum cümle aynen şöyle: amanın o da ne! Biz geldiğimizde ortalık kalabalık değildi. Bilet kuyruğu olmuş beş-altı kilometre. Erken gelmenin faydaları… Nasıl beklemeyi seven, kuyruk müptedisi bir millet bu. Benim vatandaşım üstüne para alsa, (emekli maaşı da dâhil) bu kadar beklemez. Beleş bile değil üstelik, sadece kapıdan girmesi ücretsiz. Yine de bit pazarına rahmet yağıyor. Herkes mutlu mesut sırasını bekliyor. Bizim mi acelemiz var şu hayatta, rahatsız olan biz miyiz aslında?
New York, Gökdelenler Şehri…
Milyonlarca Kızılderili’nin kanıyla sulanan topraklardan elde edilen haram para hormonlu binaların haddinden fazla boy vermesine neden olmuş. Haksız gelir ancak bu kadar insanın gözüne sokulur. Helal mütevazıdır netice de, utangaç ve mağrur. Firavun kuleleri sahiplerinin güç simgesi, sokaklarında yürüyen piyonlar için ulaşılacak hedef olmuş. O kulelere girebilmek, kat be kat yükselebilmek adına yürütülen stratejiler, emek, planlama, harcanan ve tüketilen bir ömür sonunda varılan hedefte mutsuzluk merhaba. ‘Ana gaye bu değilmiş’ i fark eden insanın ahrette kullanacağı söz aynı: “ya leyteni küntü türaba”