Geçenlerde Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı “Son Darbe: 28 Şubat” isimli belgeselini izlerken aklıma takılan bazı noktalar oldu. Bu noktalar bana bazı insanların, içinde bulunduğu garip çelişkileri hatırlattı.
Mesela, en sağından en soluna, en muhafazakârından en sekülerine kadar herkes, 28 Şubat’ın Post Modern Bir Darbe olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyor. Fakat mesele “Bu darbeyi kimler yaptı?” sorusuna geldiğin de bazıları için iş bir anda “zihniyet meselesi”ne dönüşüyor. Konu, bu zihniyet meselesiyle yeni bir boyut kazanıyor; bir anda Darbe’nin birilerine göre “Failsiz” de olabileceği durumu ortaya çıkıveriyor. Garip değil mi? Ama böyle…
Elbette bizler de “Şu yaptı.” demiyoruz, diyemeyiz. Hukuk devletlerinde yargılamalar sonucunda buna hukuk karar verir. Fakat bizler en azından bir darbenin “failsiz”de olabileceğini savunmuyoruz. Birileri bu komedyayı kendilerine uygun buluyor diye biz de aynı yoldan yürüyemeyiz.
Ergenekon terör örgütü üyeliği iddiasıyla yapılan tutuklamaların ardından Kılıçdaroğlu ne demişti, “Nerede bu örgüt, ben de gidip üye olacağım.” Bu da bir muhalefet lideri için bir şeylerin “peşin bir inkâr”ı değil mi? Elbette her tutuklu suçlu değildir ama insanın, yarın çıkacak kararlarla mahcup olmamak adına, bir ihtiyat payı bırakması gerekmez mi?
Bu gün birileri orduyu daha fazla seviyor(-muş) edasına da kapılmasın. Bu milletin tarihinde ordu hep önde gelmiştir. Ordumuz hep onu gözü gibi kollayan, “Peygamber Ocağı” olarak gören bir millet bulmuştur; muhatabı olarak. İlk olarak bilgiye ve donanıma da yine ordusunu layık gören anlayışta devlet adamları olmuş çoğu zaman. Bunun sebebi de belki bu toprakların her zaman biraz da asker ruhlu insanlar tarafından yönetilmek zorunda kalmasıdır.
Hatta ilk batılı anlamda üniversitenin dahi askeri alanda kurulduğunu görürsünüz; 1776’da. “Müderris Hane-i Bahri-i Hümayun” adıyla. İkinci de yine aynı alandadır; o da 1795 te kurulan “Müderris Hane-i Berri-i Hümayun” dur. Bir deniz diğeri de kara birliklerine donanımlı asker yetiştirmek için kurulmuştur. İlk sivil okul olarak Mekteb-i Mülkiye’nin kuruluşu ise 1851’dir.
Askerini her dönemde sevmiş, bugün de seven bu milletin, şunu görmediğini düşünmek fazlaca duygusallık olacaktır; “Her kurumun içerisinde yanlış yapanlar olabilir ama bu asla o kurumun tamamına mal edilemez.” Bu ferasetli millet bunu gördüğü içindir ki bu gün, bazı politikacılar ve yorumcu yazarlar toplumdan yeterli oranda destek bulamamışlardır.
Aslında hiç kimse onlardan adaleti savunmamalarını istemedi. Duruşlarının olmamasın da istemedi. Fakat şunu da istemedi; “peşin hükümlü ve retçi olmalarını.” Elbette herkesin fikrine ve fikirdaşına karşı bir duruşu vardır; olmalıdır da. Bu duruşun yanında bir başka şey daha olmalıdır tabi, o da objektiflik adına incede bir çizgi.
Hulasa, 28 Şubat ve sonrasında yaşanan Demokrasi Dışı Müdahaleleri “var” olarak herkes kabul ediyorsa, bunları “hayalet”lerin yapmadığını da kabul etmesi gerekir. Durum, diğer yönüyle insanların gözünden kaçmayan bir “mantıksal hata” görünümünde olacaktır.
Birileri “Neden inandırıcı olamıyoruz, çoğunluk neden bizi desteklemiyor.” diyorsa cevabı biraz da bu noktada aramalıdır. Eğer meseleleri “gerçek anlamda adalet” ise orada da yalnız olmadıklarını görebilirler. Çünkü hepimizin ortak arzusudur adaletin daha hızlı, daha hassas tecellisi.