Hz. Yakup’un Gözyaşları
Anne baba olmak baştan söylemek gerekir ki zor iş.Hem de çok zor.
Bir damla halinde ana rahmine düşen bir canlının hayata gelmesine, insan içine sosyal bir varlık olarak çıkmasına vesile olmak.Kundaktan mezara dek hiç bitmeyen bir sorumluluk.
Ancak bizler sıradan insanlarız ve yeryüzünde bizden milyarlarca var. Doğuyor, doğuruyor, adamlar ve kadınlar olarak ellerinden tuttuğumuz çocuklarımızla yaşayıp gidiyoruz kendi hayatlarımızı.
Biri masada ders çalışan, diğeri de kardeşine heyecanla yaşadığı bir olayı anlatan oğullarıma gözüm takılınca nedendir bilmem aklıma Yakup Peygamber geldi..Ve onun oğlu…
O öyle bir oğul ki yeryüzünde O’ndan daha güzeli olmamıştı hiç. Onu gören kadınlar ellerini bıçakla doğramışlardı da farkına bile varamamışlardı…
Oğul-Peygamber: Yusuf A.s.
Oğullarımın simasında Yusuf’un güzelliğini aradı gözlerim.Kendime de onların acıları karşısında ağlaya ağlaya gözleri kapanacak bir Yakup şefkati, sabrı ve sevgisini taşıyor muyum acaba diye baktım..
Hain oğullarının getirdiği kanlı gömlekte Yusuf’unun kokusunu alıp derdine derman diye gözlerine süren o peygamber-babayı canlandırdım gözümde, kendime bakıp..
Yakup peygamber hakkında kalkıp da ansiklopedik bilgiler verecek değilim. O her şeyin ötesinde bir peygamberdi ve elbette peygamberce bir hayat yaşadı.Fakat, tıpkı Efendimiz gibi, diğer nebiler gibi o da bir insandı.Allah’ın, dileseydi bir melek gönderebilecekken elçi olarak görevlendirdiği yeryüzündeki kullarından biri.
Yakup, 11 erkek evlada sahipti. Bunların hepsi öz kardeş miydi, anneleri farklı mıydı, bilinmez, bildiğimiz şey, Yakup’un 11 erkek evlatla imtihan edilmesi idi.
Oğullarıma baktım. Hangi dertlerini nereye kadar kaldırabilirim diye düşündüm.
Yakup a.s’ ın yaşadığı ne çetin bir imtihandı..Hepsi farklı fıtratta bir sürü çocuk, büyürken ayrı cefalar, gençlikte başka başka dertlerle muhterem babalarına kim bilir ne çok meşakkat yaşatmışlardı.
O baba ki, tebliği ile görevli olduğu bir ümmeti vardı. Ama evde birbiri ile geçinemeyen, aile ortamında sürekli didişen 11 erkek çocukla baş etmek bir peygamber için bile zor olabilirdi.
Yusuf doğuştan farklıydı. Onda, fiziki güzelliğin ötesinde peygamberlik muştusuna gebe olmanın ağırlığı vardı ki bu da onu diğer çocuklardan farklı kılıyordu.Evlatlarımın üçünün de bir olmadığının, evimin orta yerinde elma-armut-kestane ağacı gibi farklı farklı 3 ayrı karakter ve ruhun şekillenmekte olduğunun farkına vardım hikayenin burasında.
Daha kundakta iken yavrusunun alnında nübüvvet mührünü gören Amine annemiz gibi, Yakup da evladının peygamberlik nişanını görmüştü ve O’nu koruyamamaktan çok korkuyordu.
En çok da diğer çocuklarının ona bir şey yapmasıydı onu korkutan.
Öyle ya, elden korurdu, kurttan, kuyudan, girdaplardan da bir şekilde korurdu ama..Evde aynı yastığa baş koyduğu, aynı avluda oyunlar oynadığı kardeşlerinden nasıl koruyacaktı?
Ben hikayenin işte tam da burasında çok endişelenirim..Eski bir söz var; kazanırsan dost kazan, düşman eteğinin altından da çıkar..Bir de bir büyüğüm demişti, kardeşin bile olsa kör noktalarını göremezsin; ortaya bir kemik(menfaat burada kast edilen) at hele bakalım, kimin ne fıtratta olduğu o zaman ortaya çıkar..diye.
Yani gün oluyor insana en büyük kötülük, kendi ırkı, kanı-canı-kardeşi bildiği yakınlarından gelebiliyor..
Bu hikaye insanlık tarihi kadar eski..Habil’le Kabil’in başlattığı kardeş kavgası, devirler de geçse kendisine işte bu kez de Yakup’un gözyaşlarında yer buluyor, aynı kardeş tuzakları bir kez daha kuruluyordu hain ve sinsi köşelere..
Nefsimi hesaba çektiğim anlarda Allah’ın bana soracağı hesaplar arasında anama babama saygı-itaat ve kardeşlerime haklarını verme konusunda inşallah bir sorun çıkmayacağına inanıyorum.
Ancak, çevremdeki kardeş bildiklerim konusunda çok emin konuşamıyorum maalesef..
Kimin hangi menfaati söz konusu olunca hangi kardeşini kuyuya atacağından, kimin anayı babayı hiçe sayıp, kardeş ya da kardeş bildiklerine ne tür kumpaslar kuracağından emin değilim.Ben yapmadım, ama bana yapılmayacağından, Yakup gibi gözyaşlarımın denizinde boğulmayacağımdan emin değilim.Ve elbette hangi çocuğumun kendi kardeşine veya onu kardeşi sayanlara nasıl bir muamele yapacağından hiç mi hiç emin değilim..
Yakup peygamber, bir peygamberken evladının acısına dayanamadı..Ben evlatlarımın ihanetiyle imtihan edilirsem halim nice olur?
Evlat acısıyla yüreği yanan o yüce peygamber kadar, her sabah aynı tasa kaşık çaldıkları kardeşlerine bu hainliği yapan o ağabeylere de takılıp kalıyorum.Neydi o bir elin iki parmağı gibi farklı yaratılıştaki kardeşleri aynı hain plan etrafında birleştiren duygu?
a)Nefret b)Kıskançlık, c)Hırs, d)İhanet..Bence Hepsi…
Kimin nerde nasıl bir kuyuya düşeceğini kimse bilemez.Bizi ha bire derinlerine çeken kuyuların dibine hangi ellerin itelemesiyle düştüğümüzü belki de hiç öğrenemeyiz.Ya da yukarıda saydığım şıklardaki sebepler bizzat birer kuyudur da debelenmekteyiz ha bire derinlerinde, farkında değiliz..Bizi kuyulara iten belki de o kuyuları bilip bilmeden açan kendi ellerimizdir, Ne dersiniz?
Çok sonraları Mısır’a sultan olan Yusuf’un huzurunda el pençe durup af dileyen o kardeşlerin hikayesini belki empati yapmak adına ayrıca yazmak lazım.Sanırım Adem’e secde etmesi emredilince isyan edip cennetten kovulan İblis gibi bir psikoloji içine girip öyle ittiler Yusuf’u o kuyuya..Yukarıda saydığımız şıklar, zaten İblis’in en önemli özellikleri değil midir?
Yusuf, babasının onca ikazına aldırmayıp kardeşlerinden bir an bile şüpheye düşmedi. Kırlarda oynamanın nesi kötü idi ki? Ve oyun oynarken dört bir yandan itildiği o kuyuda günleri geçip giderken şu soruyu sordu mu kendisine acaba: Ben nerde yanlış yaptım?
O bu soruyu elbette sormadı, soramazdı, o bir peygamber namzedi olarak sadece tevekkül etti, sabretti ve Hikmet’e sığındı..
Onu saraylara taşıyacak su kovasını bekledi..Su kovasını çeken ipin ucundaki ellerin onu pazarlarda köle olarak satacağını ve o kuyunun ucunun zindanlara açıldığını bilmeden…
Zindanlara düşmeden Mısır’a sultan olunamayacağını Yusuf elbette kuyunun dibinden göremezdi..
Kuyunun, kovanın, suyun hikayesini ayrı ve elbette Yusuf’un hikayesini de apayrı bir atmosferde yazmak lazım…
Ardımızdan ağlayan bir Yakup yoksa ha içimizde saraylar olmuş, ha kuyularda debelenmişiz, ha zindanlarda kalmışız yıllarca ha bizi kurtlar yemiş..
Yusuf’u Sultan yapan ihanetten, kovadan, kuyudan, köle pazarlarından ve zindanlardan geçen epey uzun ve çileli bir yoldu belki; ancak Yusuf’u Yusuf yapan, Babası Yakup’un gözyaşlarıdır bence..
Not: Sanki içinizden biri “Hadi Yusuf’un kuyusunu kardeşleri kazmıştı; bir de başkaları için kuyu kazıp, kendisi düşenler var..”der gibi oldu.O mesele inanın Yusuf’un düştüğü kuyudan daha derin…Haberlere dikkatle bakarsanız hangi kuyulardan-kazılardan-neler çıkıyor, göreceksiniz.
Bu yüzyılın hikayelerinde kuyuyu kazan kim, düşen kim, düşüren kim? Henüz bilen yok…
3 thoughts on “Atilla Barsan – Hz. Yakup’un Gözyaşları”
enfusi iklim
(April 25, 2012 - 8:35 pm)atilla bey, elinize sağlık.engin iç dünyanızı sızma zeytin yağı gibi içimize akıtıyorsunuz.ne olur birazda şu gençlerin halini yazsanız.ben hiç beyenmiyorum.selamlar hürmetler sizlere.
Sevki ALTINBAS
(March 30, 2012 - 8:15 am)Kuyular zaten her bir tarafta! O kuyularki bazıları orada yaşamayı tercih edenler ile dolu. İmtihana gelince, peygamberlerin imtihanları bize yapılsa allah korusun ne sabırı ne tevekkülü isyan ediveririz hemen.
Onlar seçilmişler, biz peygamberler gibi elbette olamayız ama şu şiirdeki ebeveyn gibi bir olmaya çalışabiliriz..
Bugün batarsa güneş yarın yeniden doğar
Her gecenin sonunda bir sabah vardır evlat
Sakla umutlarını yıkılıp kalma sakın
Ümitsiz ve gayesiz yaşamak zordur evlat
Sev bütün insanları say bütün insanları
Kin gütme unut gitsin geçmişte olanları
Dürüst ol insancıl ol düşün öbür dünyayı
Bir karıncayı bile incitme sakın evlat
Geçmişten geleceğe yaratılmış ne varsa
Unutma ki hepsinin bir sahibi var evlat
Kul kaderini yaşar bahtında ne çıkarsa
Düşmez kalkmaz bir allah
Unutma sakın evlat
esin lüleci
(March 29, 2012 - 1:13 pm)yusufu yusuf yapan babasının göz yaşları değil, kendi sabrı ve metanetidir.çocuklarımıza ağlamak değil, onları ilerisi için yetiştirmek lazım.o kuyudan çıkıp saraylara sultan olurken babası ardından ağladı diye değil, peygamberlik nişanıyla oralara geldi.biz herkesi kendimiz gibi “kul” olarak görünce işler karışıyor.
peygamberane soluklarla seyretmek lazım alemi.
o zaman ne kuyu kuyu, ne kova kova, ne saray saray ne de zindan zindandır.her vakit hesap günü, her yer imtihan..selam ile.