Neden mutsuz bazı insanlar?
Çevremdeki mutsuz bazı insanları gördükçe kahroluyorum.Alacağını alamamış, satacağına müşteri bulamamış insanlar.Eşiyle kavgalı, ailesiyle sorunlu, geçtim başkasını kendine bile küs insanlar.İnsan bu, hani N.F.Kısakürek’in dediği gibi “İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya.”Doğru.Bir hakikat karşısında kabul etmemek için insan kadar kıvıranı yoktur.İnsan kadar lafı her yere sündüreni, insan kadar kem gözlüsü ve insan kadar riyakârı. Ve insan, onca nimet ve güzellik ortasında bile mutsuz olmayı başarabilen tek canlı türüdür.
Kendisi mutsuz olduğu için başkalarının mutlu olmasına tahammül edemeyip, çevresinde ne varsa altına dinamit koyan, yine insan.
Çevresinde yangın çıksa, bir ucu kendi eteğine değiyor olsa bile, değil mi ki başkaları da zarar görecek, öyleyse biraz daha alevlensin diye elinde körükle giden de insan, başkasının derdine içinden kıs kıs gülen de.
İnsanın ilk yaratılış sahnesini bir hatırlayın; Âdem’e secde etmesi emredilen İblis, nasıl da isyan edip, başkaldırdı? İşte çevresindekilerin mutluluğuna gölge düşürmek için gerekirse kendi haysiyetini bile kaybetmeyi göze alanları görünce içimden “İblis bir nefer daha kazandı.”diyorum.
Oysa aynı sürünün koyunlarıyız. Aynı ağacın dal-yaprakları, aynı toprağın parçaları, aynı suyun damlalarıyız. Ve aynı ailenin bireyleriyiz, tabii insansak eğer. Rabbim, insan sıfatımızı kaybettirmesin.(Âmin.)
Bizi Yaratan, 2 insandan dünyaya getirdi bizi, “kardeşsiniz.”dedi, yeryüzüne salıverirken.
Şimdi ortalıkta bu kadar çok “kardeş kavgası” yaşanmasının sebebi nedir? Ve yapıp ettikleriyle, çıkardıkları fitne ve kargaşalarla sanki o iki insanın evladı, yani sanki “insan evladı” değilmiş gibi davranan bu insanların derdi nedir?
Başta da dediğim gibi, çevremdeki mutsuz bazı insanları gördükçe kahroluyorum. Kollarıma bakıyorum, bacaklarıma, beni taşıyan ayaklarıma, ağzımda dolaşan dilime, gören gözlerime, işiten kulaklarıma. Ben bana verilen bu nimetlere şükrederken birileri hala ne diye mutsuz olmak için sebep arıyor?
İlla ki elinden mi alınmalı nimetler? İlla başına bin bir musibet gelince mi anlamalı insan, güzel bir hayatının olduğunu? Her köşe başında ayağın taşa takılsa, her sokak arasında başına saksı düşse korkarım bulutlara tükürmekten ve kaderine lanet okumaktan başka yine bir şey gelmez aklına.
İlla ki kör mü olmalısın gözlerini, sağır mı olmalısın kulaklarını hissetmek için? Bunları anlayacak bir beynin de mi yok? “Başkaları mutlu olsun yeter ki, varsın ben 3 günlük dünyada hiç gülmeyeyim, benim ahiretim var, orası ebedi .” diyebilecek bir imanın da mı yok?
İçinde yaşadığımız haneleri ölmeden tabuta çeviren biziz.Hiç sorup dinlemeden herkesi yargılayıp her ortama bir mizan terazisi kurup, “ Sen ..sen..sen..cennete, senn. Haydi cehenneme, yürrüüü..”diye kendi kafamıza göre insanları yargılayan biziz.
Üzerimizdeki bir milyon tane kul hakkını düşünmeden başkasının yakasındaki toza uzanıp, “bak, sende eksiklisin, sen de kusurlusun” diyen el, kendisi virdgibi 99 yalanı akşama kadar gezdirirken hersöze bin anlam yükleyip başkalarını yargılayan ve iftiralarıyla toplum karşısında insanları mahkûm eden dil bizim.
Başkasındaki eksiği anında gören, ama kendi kusurlarına güneş gözlüğüyle bakan göz, kendisi muhtacın yüzüne kapı çarparken cömertlere dil uzatan, hayrı hasenatı küçümseyen, dünya nimetlerini kapışırken nefsine bin başkasına bir bile vermeyen açgözlü nefis de bizim.
Oysa bilmediğimiz bir şey var, mutluluk mutfakta bir köşede yanıp duran ocak gibidir.Biz ona ne kadar odun atarsak, o o kadar harlı yanar. Biz onu ihmal eder ve unutursak, o da söner gider.Başkalarına düşman kendine dost olan bencil insanlar, nefislerini n tatminini düşünürken kendi mutfak (gönül) köşelerinde yanan bu ocağa odun atmayı unutuyorlar. Dışları yanıyor ama iç ocakları sönmüş çoktan. O yüzden ilişkileri bayat, sözleri eski ve ruhları hasta. Bilen bilir ki, o ocak fedakârlıkla yanar, cömertlikle harlar, güler yüzle beslenir, saygı ve sevgiyle güçlenir.
Biz başkasını düşünmeden hep bana hep bana der, nefsimizi değil, sürekli başkalarını yargılarsak, daha çook ocaklar söndürürüz.
Şimdi anladınız mı neden mutsuz bazı insanlar?
3 thoughts on “Atilla Barsan – Neden mutsuz bazı insanlar?”
hatice
(May 16, 2012 - 6:18 am)küçük bir çocukken okuduğum bir romanın arkasında yazılı bir cümle hala aklımda…
Acı olan mutlu olmamak diil,mutlu olabilecekken olamamaktır…
mutluluk denince hep bu cümle gelir aklıma…ama sizin yazınızla bu cümleyi sorgulamaya şuan başladım..ya da uzun zamandır düşünmüyordum belki de mutluluğun ne olduğunu…bişeylere çok takmadığında ve hayatı olduğu gibi her haliyle kabul etmektir mutluluk…ve sırf kendinle alakalı konular da diildir üstelik işin sırrı…küçük bir çocuğun gözlerindeki pırıltı,bir kedinin ;birinin attığı ufak bir parça nimeti yemesi iştahla,ve her güne gözlerimizi sağlıkla açabilmemiz,ve bişeyler elimizden gitse de hep elimizdekilerle yetinmeyi bilmemiz…ve daha neler neler…
mutluluk içimizde…
buket
(May 16, 2012 - 5:12 am)gönül köşesinde yanan ocağa odun atmak.çok güzel bir benzetme.
enfusi iklim
(May 16, 2012 - 5:11 am)Atilla bey, vallahi sabah sabah bir enfusi soluk gibi geldi yazdıklarınız.elbette söz uçar yazı kalır.mutfağımızın bir köşesine bu reçeteyi asalım ki o ocağımız hep harlı olsun, kalbimizin bir köşesine bu nasihatleri yerleştirelim ki ilişkilerimizde hep yüreğimiz kârlı çıksın.( Bakın, sizi okuya okuya ben de yazar oldum sayın Barsan..)