Atilla Barsan – Yalancıdan dost olur mu?

Hiç yalan söylemeyen insanı gördünüz mü siz? Ben görmedim, tam gördüğümü sandığım anlarda bir baktım ki sokağın sonunda yalan söylemeye başlamış daha ben köşeyi dönmeden. Hiç dedikodu etmeyene rastladığımı da söyleyemem, birine hiç dedikodu etmezsin bilirim dememle “Ya şu filanca var ya…” demesi bir oluyor.

Sanırım, en çok yalanı da kendimize söylüyoruz. Çok genç olduğumuzu sanıyor, bedenimizi kandırıyoruz, çok mutlu olduğumuzu söyleyip çevremizdekileri kandırıyoruz, çok paramız olduğunu sanıp cebimizi kandırıyoruz.”Eee, ama benim gerçekten gençliğim malım ve mutlu bir hayatım vaar” diyenler, hiç biri sizin değil, hepsi kandırmacadan ibaret. Gençlik emanet, mutluluk uçucu, zenginlik geçici. Ne kadar zengin yaşarsan yaşa, ne kadar mesudane yaşarsan yaşa akıbetin ölümse, gerisi ne çare. O sebeple en büyük kötülük bana göre insanın kendisine sürekli yalan söylemesi, kendisini yalanla dolanla dedikodu ve münafıklıkla beslemesidir. Besler dediysem bu beslenme farenin zehirle beslenmesi gibidir. Zehiri yedikçe iştahı artar, yedikçe yiyesi gelir, ancak yedikçe ölüme de bir adım daha yaklaşır. Her yalan, her dedikodu insanı kokuşmuş bir hayata biraz daha yaklaştırır.

Bazılarının ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belli olur ya hani. Bazılarının sözlerinden hayat tarzlarını, hayallerini, düşlerini kestirmek de mümkün olabiliyor. Yalancı, dedikoducu insanlar sözlerini bol bol cerbeze ile, akıl çelici cümlelerle, mantık örgüleriyle süsleyip size A’yı B diye yutturabiliyor, akı kara, sağı sol, güzeli çirkin gösterebiliyorlar.

İnsana düşen, aklıselimini devreye sokup, her lafa kanmaması, her dedikoduya çanak tutucu olmaması.

Eskilerden alim bir zat varmış. Kalabalık ortamlarda dersler verir, herkese yol gösterirmiş. Bir gün bir hanım, bu zata bir fıkıh meselesi sormaya gelmiş. Tam o esnada istenmeyen nahoş bir durum yaşanmış. Bayan af buyurun gaz kaçırmış. O zat, hemen bayana doğru dönüp “Kızım, benim kulaklarım iyi işitmez, biraz sesli konuşsan, hatta sağırım ben, nerdeyse seni hiç işitemedim..” demiş ve ölesiye kadar sağır rolü oynamış, o şahsın “sağır “olarak” anılmasına sebep olacak bir de lakap takılmış kendisine. Başkasına karşı avukat, kendisine karşı savcı olmalı insan. Bir insanın ayıbı ortaya çıkmasın diye gerekirse kendisini siper etmeli, yalanını yüzüne vurmadan, gıybetini bir manevrayla kesip, onu fare zehirini içen biri gibi ölüp gitmekten korumalı. Oysa günümüzde sokaklar başkalarını suçlayan, eleştiren, dedikodusunu ederek eksik noksanını ortaya döken dost görünümlü postlarla dolu.

Çocuklarımıza yalan söylememeyi, haksızlık etmemeyi, kimsenin dedikodusunu yapmamayı öğretip bu konuda gerekirse kulaklarını çekmeliyiz ki evimizde birer fitneci, birer yalancı, birer hain yetişmesin. Çocuktan al haberi sözü ne doğru bir söz. Bir arkadaşım anlatmıştı gittiği bir yemek davetinde çocuk anne babası arasında ne tartışma geçmişse ulu orta herkese anlatmış. Oysa ebeveynlerin, biz yetişkinlerin bir özel yüzümüz, bir topluma bakan yüzümüz, bir de evlatlarımıza bakan terbiye edici yüzümüz olmalı ve o yüzü asla yırtmamalıyız.

Sizi çocuğunuz tek bir sefer bile yalan kıvırırken, üç kâğıt çevirirken, dümen sallarken görürse “babam yapar ben de yaparım” der. Yalan, yılan gibidir küçüğü de sokar. Sizin çocuğu da sokar bizim çocuğu da. O yüzden nasıl evlerimizde akşam pencerelere perde çekiyor isek ailede, toplumda, eşler arasında bir perde, bir edep sınırı olmalı.

Yalandan girdik, konu nereye geldi. “Dost dost diye nicesine sarıldım, sarıldığım tüm dostlarım yalancı çıktı” diye bir kamyon yazısı okudum dersem ne dersiniz? Artık yasaklandı malum, ancak, o şoför kardeşimiz gibi şanssız olmayalım ve dostlarımızdan başlayarak, herkese yalansız dolansız hilesiz hıyanetiz ve dedikodusuz bir hayatın sırlarını birbirimizle paylaşalım.

Post Author:

Leave a Reply