İşte Emine Ülker Tarhan’ın gazeteye verdiği röportaj
MARTENS: Sayın Tarhan, siz Başbakan Erdoğan’ı ve kökenleri İslamiyete dayanan iktidardaki AK Partiyi, dini liderlerin dekolte giyen kadınların tecavüze maruz kalmaları durumunda bunda kendilerinin de suçu olacağı şeklinde bir ifade kullanmaları nedeniyle eleştirmiştiniz. Bu konuda biz sadece Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörünün böyle bir ifade kullandığını tespit ettik. Acaba siz hangi dini liderleri kastediyorsunuz?
TARHAN: Ben de zaten bir kişiden söz etmiştim, birden fazla kişiden değil. Ayrıca bu konuyu AK Parti ile ilişkilendirmemiştim.
MARTENS: Fakat sizin ifadelerinizde böyle bir bağlantı oluşturuluyor.
TARHAN: Ben, başörtüsü taşımayan kadınları boş duran daireler olarak tanımlayan AK Parti siyasetçisine de atıfta bulunabilirdim. Bu tür ifadeler, AK Partinin Türkiye’de kadının rolünü ne şekilde gördüğünü yansıtmaktadır. Türkiye Başbakanı, Türk hakimlerinin karar vermeden önce ulemaya danışmalarını talep etmiştir. Bu İslam bilginlerinden birisi de dekolte giyen kadının tecavüz edilmeyi hak ettiğini ifade etmiştir. Hakimler böyle düşünen insanlara mı danışacaklar?
MARTENS: Böyle çılgın bir profesörün ifadesi, hükûmetin tecavüzleri haklı görmesi anlamına gelmez ki?
TARHAN: Mesele kaç din bilgininin bu tür ifadelerde bulunduğu değildir, mesele bu zihniyettir. Bu zihniyet, Başbakan’ın da talep ettiği gibi kadınların en az üç çocuk doğurmalarını istiyor. Başka bir siyasetçi, flört eden kadınları hayat kadınlarıyla mukayese etmiştir.
Bu nedenle Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet hareketleri artış göstermektedir.
MARTENS: Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet ciddi bir konudur.
Gerçekten sizin iddia ettiğiniz gibi son sekiz yılda bu rakam “yüzde 1400 oranında” artmış mıdır? Bu tür rakamların kaynağı nedir?
TARHAN: Bu rakamlar benim tespitlerim değil. Ben medyada yer alan haberlere dayanarak böyle bir ifadede bulundum. Bunlar gazetelerde yazıyor.
MARTENS: Hangi gazetede?
TARHAN: Tam olarak hatırlamıyorum. Fakat kadınların her gün şiddete maruz kaldıkları bir gerçektir. Bunu görmek için haberleri izlemeniz yeterlidir. Bu ülkede kadınlar sokak ortasında cinayete kurban gidiyorlar. Genç bir kadın canlı olarak gömülmüştü. Bu ülkede idari mahkemelerde kadın oranı yüzde 36 civarındaydı, şimdilerde ise bu oran yüzde ikinin altına düşmüştür.
MARTENS: Türkiye’de kadınların, özellikle güneydoğu bölgelerinde kötü şeyler yaşadıklarına kimse itiraz etmiyor. AK Parti döneminde kadına tecavüz edilmesi hukuki anlamda artık bir namus meselesi olarak görülmüyor. Konu AK Parti iktidarında kadın hakları meselesi olarak görülmeye başlamıştır.
TARHAN: Doğrudur. AB sürecinde Türkiye’de önemli kanun değişiklikleri gerçekleştirilmiştir. Fakat belirleyici olan bu tür konulara karşı sergilenen yaklaşım ve zihniyettir. Başbakan Erdoğan, erkek ve kadının tabiatı gereği farklı olduklarını ifade ediyor. Bu kadına yönelik şiddeti tetikliyor. Bu konularda anayasayı ve kanunları değiştirebilirsiniz, fakat şiddeti önlemek için kadın-erkek eşitliğini benimsetmeniz lazımdır. Bu konuda sadece konuşmak yeterli olmaz.
MARTENS: Türkiye tarihinde ilk defa AK Parti döneminde evlilikte tecavüz suç olarak değerlendirilmiştir.
TARHAN: Evet, bu olumlu bir gelişmedir. Kağıt üzerinde kadınlara her türlü hakkı verebilirsiniz. Fakat alenen yaptığınız konuşmalarda eskiden geçerli olan kadın-erkek ilişkisini vurgularsanız bir değişiklik yapmış sayılmazsınız. Her Türk kadınının üç çocuk sahibi olması gerektiğini vurgularsanız, kadını sadece bir doğum aracına indirgemiş olursunuz. Sadece kanunları değiştirmekle istediğinize ulaşamazsınız, uygulamalar da çok önemlidir. Örneğin, 1998 yılında evlilik kurumunda şiddetle ilgili 4320 sayılı kanun değiştirilmiştir.
Bu kanuna göre, savcılık şiddete maruz kalan kadınlara yönelik koruma sağlayabiliyor. Fakat şiddete maruz kalan kadınlar polise başvurduklarında bu kadınlara yönelik herhangi bir koruma önlemi alınmıyor. Bu kadınlar evlerine veya ailelerine geri gönderiliyor ve öldürülüyorlar.
MARTENS: Siz YARSAV adlı kurumdan istifa ettiniz ve CHP’den milletvekili adayı oldunuz. Neden?
TARHAN: Bir sene öncesine kadar siyasete atılmayı düşünmüyordum.
Ben 23 yıldan beri hukukçuyum ve uzun yıllardan beri de hakimim.
Türkiye’de artık yayımlanmamış kitaplar yasaklanmaya başladı ve kadınlara yönelik ayrımcılık görülmemiş bir şekilde arttı. Siyasete atılmamda bunlar oldukça etkili olmuştur.
MARTENS: Hükûmetin, halkın Türk adalet birimlerine olan güven duygusunu zedelemeye çalıştığını iddia ediyorsunuz. Acaba binlerce insanın tutuklandığı ve işkence gördüğü bir ülkede adalete güven eskiden söz konusu muydu?
TARHAN: Ben geçmişi tamamıyla olumlu olarak göstermeye çalışmıyorum. Ben 1980 yılındaki askeri darbe döneminde öğrenciydim.
Ülkede 1980-1996 yılları arasında çok sayıda insan hakları ihlali yaşanmıştır. Bu durumla yüzleşmeliyiz. Geçmiş dönemlerde kötü günler geçirdik fakat günümüzde daha kötü şeyler oluyor.
MARTENS: “Amnesty İnternational” adlı insan hakları kuruluşunun raporlarına göre, 90’lı yıllardaki durumla 2008-2009 yılları arasında durum arasında dağlar kadar fark vardır. Türkiye’deki insan hakları durumu halen sert bir şekilde eleştiriliyor, fakat cezaevlerinde ve polis merkezlerinde artık sistematik işkence uygulanmıyor.
TARHAN: Askeri darbe döneminin bir etkisi olarak o dönemlerde ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Günümüzde ise hükûmet ince baskı yöntemleri uygulamak ve iftiralarda bulunmak suretiyle Türkiye’deki insanların düşünmelerini kısıtlamaktadır. Bu kaba kuvvet kullanmaktan daha etkili bir baskı yöntemidir. Örneğin, 2007 yılında öldürülen Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayetini ele alalım. Demokrasiyi güçlendirdiğini iddia eden bir hükûmetimiz var. Peki neden cinayet planlarından haberdar olan ve hiçbir tepki göstermeyen bazı devlet memurları cezalandırılmıyor?
MARTENS: Hrant Dink, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilerin soykırıma maruz kaldıklarını söylemiş ve Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle yargılanmıştı. Ülkede bu tür cinayetlere zemin hazırlayan ortam ne durumdadır?
TARHAN: Düşünce hiçbir zaman suç olarak görülmemelidir. Her tür düşünce korunmalı ve takibat altına alınmamalıdır.
MARTENS: Yani her Türk 1915 yılında bir soykırımın yapıldığını söyleyebilmeli mi?
TARHAN: Günümüz Türkiye’sinde bunu söylemek mümkün olmalıdır ve söyleniyor da zaten. Fakat bunun aksini de söylemek mümkün olmalıdır.
Eleştirel düşünce artık beyinlerimizde yer edinmelidir. Bir kez daha şunu ifade etmek istiyorum: Ben hukuk sistemini eleştiriyorum, hukuk sistemi değişmelidir. Fakat bu hükûmetin yaptığı gibi olmamalıdır.
Demokrasi isteyen, bir derin devletin yerine diğer bir derin devleti getirmemelidir.
MARTENS: Geçen yıl gerçekleştirilen anayasa değişikliği neticesinde modern Türkiye’de ilk defa ordu mensupları artık sivil mahkemelerde yargılanabilecekler.
TARHAN: Biz de bunu talep ediyorduk zaten. Askeri mahkemelerin yetkilerinin sınırlandırılmasından yanaydık. Biz özellikle darbe sonrası oluşturulan askeri yargı organlarının kaldırılmasını savunuyorduk.
MARTENS: AK Partinin yüzde 10’luk seçim barajını kaldırmaması eleştiriliyor. CHP’nin yetkisi olsa bu yüzde 10’luk seçim barajını kaldırır mı?
TARHAN: Tabi ki yüzde 10’luk seçim barajı kalkmalıdır. Bu tamamıyla demokratik olmayan bir uygulamadır ve eşitlik ilkesine de aykırıdır. Bu askeri darbe döneminden kalma bir uygulamadır. Bu seçim barajının yüzde beş, altı veya yedi olup olmaması tartışılabilir, fakat yüzde 10 çok yüksek bir orandır. Türkiye Başbakanı ülkenin henüz buna hazır olmadığını söylüyor. Bu kendisinin Türk halkını küçümsediğini gösteriyor.
MARTENS: Siz Türkiye’deki ortamı Hitler ve Orwell’e atıflarda bulunarak tasvir ediyorsunuz. Siz yurtdışında yaptınız konuşmalarda neden ülkedeki gelişmeleri gündeme getirmekten kaçınıyorsunuz, örneğin televizyonda Kürtçe dilinde yayın yapan bir kanalın açılması gibi.
TARHAN: Devlet televizyonu TRT’nin Kürtçe yayınlar yapması şüphesiz olumlu bir gelişmedir. Belki bana sorulmadığı için bu konuya değinmemişimdir.
MARTENS: Sanki siz ülkedeki olumlu gelişmeleri sistematik bir şekilde gündeme getirmiyorsunuz.
TARHAN: Benim değerlendirmelerim uzman olduğum Türk hukuku alanına yöneliktir. Benim ülkemde henüz yayımlanmamış kitaplara el konuluyor ve yazarları hapse atılıyor. Ben bu ülkede bir kadın olarak korku duymadan güven içinde yaşamak istiyorum.
MARTENS: Hükûmeti eleştiren gazetecilerin tutuklanmaları bir skandal niteliğindedir. Fakat siz öyle bir intiba uyandırmaya çalışıyorsunuz ki, sanki Türkiye’de AK Parti ve Erdoğan aleyhinde hiç kimse bir şey söyleyemiyor. Oysa kitapçılarda hükûmet karşıtı kitaplardan geçilmiyor. Sizin nitelendirdiğiniz “korku imparatorluğunda” böyle bir şey mümkün olamazdı.
TARHAN: Çoğunluğu etkilemek için belli yazarlar tutuklanıyor.
Bunun için her kitabın yasaklanması gerekmiyor. Türkiye’de şu sıralarda 68 gazeteci tutuklu bulunuyor.
MARTENS: Siz bu gazetecilerin hükûmeti eleştirdikleri gerekçesiyle gözaltına olduklarını iddia ediyorsunuz. Fakat bunların büyük bir çoğunluğu Kürt terörizmini destekledikleri gerekçesiyle eski adalet zihniyetine göre tutuklanmış kişiler.
TARHAN: Neden cezaevinde bulunduklarının bir önemi var mı? Biz düşüncelerini açıklayan gazetecilerin cezaevinde olmalarına karşı çıkmalıyız. Gerçek şudur ki, Türkiye’de işlerini yaptıkları için 68 gazeteci hapiste tutulmaktadır. Ne konuda yazdıklarının bir önemi yoktur. Yazdıkları ve yayımladıkları şeyler için hapiste olmaları
önemlidir.