emalizmin siyasi bağlamdaki sonu, AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin “yeni” Atatürk’ü olduğunu akla getiriyor. Erdoğan, Türkiye’nin kurtarıcısı olmak gibi bir özelliğe sahip değil ancak yine de Atatürk’ün bir zamanlar sahip olduğu kadar güce sahip. ABD’de yayın yapan The Washington Post Soner Çağaptay’ın analizi:
I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasıyla Mustafa Kemal Atatürk, Avrupa modeliyle yeni bir Türkiye yarattı. Atatürk, ordunun da aralarında bulunduğu tüm güç odaklarını kontrol ederek ve vatandaşlarına kendilerini Avrupalı olarak kabul etmelerini söyleyerek, din ile kamu politikaları ve hükûmetin ayrı yürütülmesine yönelik vizyonunu gerçekleştirdi.
Geçen ay Türkiye’nin askerî yönetim kademesindeki toplu istifalarla, Kemalist son teşkilat olan ordu da AKP’nin 10 yıldan beri devam eden siyasi tsunamisine yenildi.
Kemalizmin bu siyasi bağlamdaki sonu, AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin “yeni” Atatürk’ü olduğunu akla getiriyor. Erdoğan, Türkiye’nin kurtarıcısı olmak gibi bir özelliğe sahip değil ancak yine de Atatürk’ün bir zamanlar sahip olduğu kadar güce sahip.
Kısaca söylemek gerekirse, bunun gelişini Kemalistler hazırladı. 1950’lerde Türkiye çok partili demokrasiye geçtiğinde, ordu sistemin koruyuculuğunu yaparken pek çok parti, yıllar boyunca Atatürk’ün mirasını devralmak istedi.
Nihayetinde rehavet üstün geldi. 20. yüzyılın başlarındaki bu ileri görüşlü Kemalizm hareketi, ilerici olmak bir yana durgunlaştı ve ardından geçmişi muhafaza etmeye çalışır bir ideoloji halini aldı. Çocukluğunu son 20 yıl içerisinde Türkiye’de geçirmiş olan bizler açısından bu sürecin en önemli göstergelerinden biri -sokaklardaki anarşi ortamına son veren ancak aynı zamanda askerler tarafından yazılmış oldukça kısıtlayıcı bir Anayasa’yı beraberinde getiren 1980 darbesinin ardından- dört bir yanda hemen hemen tüm meydanlarda ortaya çıkan çok sayıdaki Atatürk heykelleri oldu.
Generaller, Atatürk’ü bir külte dönüştürerek Kemalizmin sonunu da hazırlamış oldular.
Ordu, Kemalizmin en son kalesini oluşturuyordu. 2007’den bu yana –ordunun hükûmete yönelik darbe planladığının iddia edildiği- Ergenekon isimli dava ile ordunun gücü kırıldı. Her ne kadar iddialar henüz ispatlanmadıysa da tesirleri ortada: Ordunun en çok güvenilen kurum olma statüsü büyük bir darbe aldı. Dünya Değerler Anketi’ne göre, 1996 yılında Türk katılımcıların yüzde 94’ü orduyu en güvenilir kurum olarak görürken, 2011’e gelindiğinde bu oran yüzde 75’ler civarına düşmüş.
Ordunun komuta kademesi, bunu ve AKP’nin hakimiyetini kabul ederek 28 Temmuzda havlu attı.
Şimdi artık hakim elit güç olarak AKP, ülkeyi yeniden şekillendirmeye dönük güç çarkını döndürebilir.
Tıpkı Atatürk’ün Türkiye’yi katı laik ve Batılı bir imaja uygun şekillendirmesi gibi, Erdoğan da ülkeyi katı sosyal muhafazakar ve İslami kimliğine uyacak biçimde yeniden şekillendirecek.
Erdoğancı bir Türkiye’de kamu ahlakı ile dinî değerler arasındaki sınır bulanıklaşacak ve hükûmetin iktidarı, muhalefeti imkansız hale getirecek.
Dış politikaya baktığımızda -özellikle de 11 Eylül saldırılarının ardından “Müslüman Dünya” siyasi kavramının yankıları göz önüne alındığında- İslami kimliğinden memnun bir Türkiye, kendisini Batılı olarak tarif etmekten vazgeçecek. Bu da Türkiye ile -Batılı tüm kurumların sembolü olan- NATO arasında giderek gerilen ilişkiler olacağı anlamına geliyor. Ayrıca Türkiye’nin, Batılı olmayan tüm yakınlaşmalara sıcak bakacağı anlamına da geliyor. Mesela Türkiye’nin, Rusya’dan silah alması ya da Çinlileri Akdeniz’de bir tatbikata davet etmesi, ordu da dahil olmak üzere, Türkler tarafından olumlu karşılanacak.
Türkler bir yüzyıl boyunca Atatürk’e -siyasi takipçilerinin gücü elinde bulundurmasından ötürü- gıptayla baktılar. Şimdi sıra Erdoğan’da. Erdoğan’ın bir vizyonu var ve iktidarın tüm kollarını kontrol ediyor. Türkiye’yi, kendi muhafazakar tasarımı doğrultusunda ne derece şekillendirebileceğini zaman gösterecek.
The washington post /timeturk