25 kuruşa mutluluk veriyorum, nasıl bırakıp tatile gideyim?

Bisküvi ve çikolata ile çocukları mutlu ettiğini söyleyen Murat Ülker, hiç tatil yapmadığı işhayatınıve resim tutkusunuilkkez anlattı

Yıldız Holding, uzun yıllar kapalı bir kutuydu. Bisküvi ve çikolata markasıyla herkesin tanıdığı bir isimdi ama bu markayı üreten Ülker Ailesi’ni kamuoyu pek tanımazdı. Kurucu Sabri Ülker arka planda kalmayı prensip edinmişti ve bu prensip, bütün aile üyelerine sirayet etmişti. Ama sonra bir gün bu strateji değişti. Peki neden? Bu değişiklik, direksiyona geçen ve resim tutkusu en son 2.2 milyon lira gibi rekor fiyata aldığı Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni‘si ile herkesin merakını uyandıran Murat Ülker’le mi başladı? Yoksa bu, yeni yüzyıl için bir aile meclisi kararı mı? Bu hafta sonu sanatseverleri kendine çeken Art Beat sanat fuarına destek çıkarak dikkatleri üzerine çeken Murat Ülker, neden uzun tatil yapmadığından başlayıp, çalışanlarına gece yarısı attığı elektronik posta mesajlarına kadar birçok ilginç konuda ilk kez konuştu. Ülker’le Çamlıca’daki holding merkezinde, birbirinden değerli resimlerin ve hilyelerin duvarları süslediği özel bir toplantı odasında görüştük. Odadaki eserler göz kamaştırıyor. Hepsini bir arada görünce insanın nutku tutuluyor. Mavi Senfoni‘nin yanı sıra odadaki tablolar arasında Burhan Doğançay’ın dört eseri daha var. Yücel Dönmez, Ömer Uluç (Mavi Kuş), Devrim Erbil, Onay Akbaş, Gülay Semercioğlu (Kırmızı), Mübin Orhon, Haluk Akakçe, Peyami Gürel, Ferruh Başağa, Erol Akyavaş’a ait müthiş resimlerin yanı sıra yakında Mabeyn Köşkü’nde sanatseverlerle buluşacak olan hilyeler de burada sergileniyor.
– Sanatla uğraşınız, tutkunuz yeni değil ama Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni isimli eserini 2.2 milyon liraya satın alınca, projektörler üzerinize çevrildi.
– Belki Burhan Doğançay’ın kendisi meşhur bir sanatçı olduğu için öyle olmuştur.
– Burhan Doğançay ünlü tabii ki ama siz de onun değerli birçok eserine sahip olduğunuz için dikkat çektiniz…
– Biraz da şanssızlık oldu. Mavi Senfoni’nin alınmasıyla ilgili arkadaşlarla konuştuktan sonra ben yetki verdim, sonra da yurtdışına gittim. ABD’de de yönetim kurulunda olduğum için… Saat farkı da var. Haberim olmadı. Geldikten sonra baktım, hakikaten soruyorlar. O zaman benim ekibin dahi haberi yoktu gerçekten, o yüzden cevap verememişler. Başka isimler ortaya atıldı ve biraz da ayıp oldu aslında.

KADERİMİ TAKİP EDERİM
– Mavi Senfoni, sizin almak için çok heves ettiğiniz bir eser miydi?
– Benim öyle tutkularım, hırslarım yoktur.
– Nasıl yani! Peki hangi duygularınızı takip ederek sanat eserleri satın alıyorsunuz?
– Kaderimi.
– Yani, kaderiniz sizi Mavi Senfoni’ye mi götürdü?
– Burhan Doğançay’ı tanıyordum, Mavi Senfoni gibi üç eseri olduğunu biliyordum. Müzayedeye çıkacağını biliyordum ve o zaman ben de ‘Şu fiyata kadar çıkabilirim,’ deyip yurtdışına gittim.
– Bu demek oluyor ki sizin limitleriniz içinde olan bir fiyattan aldınız. Müzayedeye telefonla müdahale etmediğinize göre…
– Piyasadan biraz haberim var.
– Fiyat çok yüksek bulunmuştu…
– O güne kadar Mavi Senfoni ya da eşdeğer bir eser satılmamıştı ki… Satılmayınca fiyat oluşmamıştı. Kabahat bende değil yani. Fiyatı ben yükseltmiş olsaydım düşerdi, oysa sonra daha da yükseldi. Mesela şurada Mübin Orhon’un bir eseri var, o da aşağı yukarı aynı değerde. Benim alamadığım Fahrelnisa Zeid’in bazı eserleri var, onlar da o değerde.
– Alamadığım derken, almak isteyip de mi alamadınız?
– Ben de bir fiyat vermiştim ama gidip müzayedede oturup, bayrak kaldıracak biri değilim.
– Müzayedelere bizzat katılmadığınız için bazı eserleri kaçırıyorsunuz yani…
– Bir fiyat aralığı veriyorum ama… Olmuyorsa şayet, kaçırmış olmuyorum. Kader öyle tecelli etmiş oluyor. Hiçbir konuda öyle bir hırsım yok.
– İşiniz için aynı şeyi söyleyemeyiz sanırım?
– İşimde en iyiyi yapmaya çalışmak bir hırs değil, bir görev. İş hayatında performansınız yüzde 110 olmalı. Niye? Çünkü bir kişi başarılı olacak. Çok şükür biz lider bir şirketiz, lider markalarımız var. Yıldızlı 10 için çalışıyoruz. Sihri ne? Her gün her şeyi aynen yapıp, biraz daha iyi yapmaya uğraşıyoruz.
– Söz konusu sanat olunca, başka türlü davranıyorsunuz. Farklı bir koleksiyoner imajı çiziyorsunuz.
– Ben kendimi koleksiyoner olarak adlandırmak istemiyorum.
– Neden? Müthiş eserlere sahipsiniz ve Türkiye’de ve dünyada dolaştığınız galerilerden önemli eserleri satın alıyorsunuz.
– Bence eserler, sahiplerinin koleksiyonunu yapıyor. Yani bu eserler için ‘Ben bunların sahibiyim,’ demenin bir manası yok. Ben gelip geçiyorum. Onlar duruyor. Bunları kalıcı kılabiliyorsak, sanatseverlerle paylaşabiliyorsak, anonim olabiliyorsa bir değeri var. Saklıyorsam neye yarayacak?

#Sayfa#

EVİMİZİN KORİDORU SERGİ ALANI
– Bir müzede sergilenmediğine göre siz nasıl paylaşıyorsunuz koleksiyonunuzu?
– Bizim şirkette, arkadaşların istedikleri tabloyu alıp, odalarına asma imkanı var. Evlerimizde de aynı şekilde. Evin koridoru sergi alanı. Tablolar için raylı sistemler falan mevcut. Mesela koridorda İstanbul manzaraları vardı, sonra hilyeler geldi. Çocuklarım beğendiklerini kendi odalarına asmak istiyor, teşvik ediyorum.
– Bu salon da çok etkileyici. Anlaşılan Doğançay’ı çok beğeniyorsunuz. Eserlerin büyük bir kısmı ona ait…
– Başka sanatçıları da çok beğeniyorum tabii. Burhan Bey’i siz de yakından tanısanız çok seversiniz.
– Modern resim merakı size nasıl bir yol çizdi?
– Modern sanatta önemli olan beğenmenizden ziyade, sizin için ne ifade ettiği, size ne öğrettiği.
– Size ne öğretti öyleyse?
– Hat yazıları gibi. Bir yazıyı görünce anlamına bakarım. Her gün bakmak isterim. Felsefesini yaşamak istediğim için, her gün göreceğim bir yere koyarım. Modern sanatta da aynı şeyi düşünüyorum. Bu insan bunu çizerken benim gibi düşünmemiş. Farklı düşünmüş. Onu anlamaya çalışıyorum. Niye öyle düşünmüş, ne hissetmiş? Bunun bana şöyle bir faydası oldu iş hayatımda; insanların farklı farklı olduğu, algılarının farklı olduğu, değişik şeylerden hoşlandığını gördüm. Ben de bu insanları mutlu edecek ürünler üretmekle yükümlü olduğum için, onlara daha iyi hizmet edebiliyorum.
– Empati kurmayı mı öğretiyor yani?
– Kurmaya çalışıyorum. Bazen sanatçıyla görüşerek, eserin başında onun fikirlerini almak da fevkalade güzel bir şey oluyor.

HAYATIMDA HİÇ UZUN TATİL YAPMADIM!
– Yurtdışına yaptığınız iş seyahatlerinizde de galeri dolaşıyor musunuz?
– Zaten sadece iş için seyahat ederim.
– Nasıl yani? Tatil için, keyif için seyahat etmez misiniz?
– Tatil alışkanlığım yoktur.
– Yılda en azından bir uzun tatil yapmaz mısınız?
– Bugüne kadar hiç yapmadım. Hafta sonları tatil yapıyorum sadece.

İşim çocukları mutlu ediyor
“Ben iş konusunda şanslıyım. Benim işlerim çocukları mutlu ediyor. Bir küçük bisküvi, çikolata ile 25 kuruş karşılığında küçük bir mutluluk veriyor. Uygun fiyatlı olduğu için herkes ulaşabiliyor yani. Biz işimizi yaparken biraz da ondan zevk alıyoruz ve güç buluyoruz. Diyorsunuz ya niye tatil yapmıyorsunuz diye… E böyle bir şeyi insan terk edemez.”

#Sayfa#

ÇALIŞANLARA TATİLİ ŞART KOŞUYORUM AMA…
– Nasıl olur da hiç 10 günlük bir tatili, işten güçten uzaklaşmayı istemez bir insan?
– Akşam yatıyorum, sabah dinlenmiş kalkıyorum. Gerek kalmıyor. Ben korkarım; bir hafta işe gelmezsem hiç gelmem.
– Çalışanlarınız tatil yapınca sinirleniyor musunuz peki? Kendisi tatil yapmayan bir patron anlar mı çalışanını?
– Hayır, hiç öyle değil. Onların tatil yapmasını şart koştuğum gibi, istediğim de bir şey var. Diyorum ki ‘İsterseniz burada çalışın, isterseniz evde oturun ya da tatil yapın; sizden istediğim bir şey var: Sizin işinizi bana sormasınlar ve ben arayınca tatil de olsa, gece de olsa size ulaşayım.’
– Allah bilir, tüm sorular gece yarısı geliyordur sizin aklınıza?
– Yok gece yarısından sonra sadece mail atarım, telefon etmem.
– Peki mail gönderdiğinizde cevap gelmesini de bekler misiniz gece?
– Gelmemesini beklerim. Cevap gelince benim de uğraşmam lazım. Nitekim bazen gece cevap geliyor.
– Tatil olayına girince soru yarım kaldı tabii. Gittiğiniz şehirlerde sanat etkinliklerini takip ediyor musunuz diye soracaktım?
– Gittiğim her şehirde galeriler, sergiler ve etkinliklerin bir listesini alırım mutlaka. Önce işimi yaparım. Vakit kalırsa piyasayı dolaşırım. Marketlere giderim. Sonra da imkan varsa galeri ya da müze dolaşırım.
– Uzun sayılabilecek bir süredir ekonomi gazeteciliği yapıyorum. Yakından tanımadığım az grup kalmıştır. Ülker’i uzun süre tanıyamadık. Hem şirket olarak çok kapalıydınız hem de asla gazetecilerle bir araya gelmiyordunuz. Bu röportaj bile bir ilk. Son yıllarda sizi daha dışa dönük görmeye başladık. Bir strateji mi bu? Siz ikinci kuşak sayesinde mi biraz da?
– Haksızlık olur böyle derseniz. Ben şirkette çalışırken, Sabri Bey de işin başındayken biz böyle bir değişikliğe gittik. 2000’li yıllarda yani. Niye yaptık? Bu bir karardı. Daha önce diyorduk ki ‘Bizim işimiz, malımız bizi anlatsın.’ Hatta ilave bir şey söylemek ayıp sayılıyordu. Ama sonra çevreden öyle baskı geldi ki ‘Sizin bunu anlatmanız lazım, yoksa sizin hakkınız yeniyor,’ diye. Aile meclisi olarak toplandık ve bir karar aldık. Strateji değişikliği yaptık. Bundan sonra aksiyoner olacağız dedik. O gün bugün bir master plan dahilinde, yıllık olarak çalışıp, işlerimizden biri gibi yapıyoruz.

30 YIL ÖNCE DE SANAT ESERLERİNE İLGİM VARDI
– Üniversite yıllarında da sanatla bu kadar ilgili miydiniz?
– Aslında lisede de ilgiliydim. Şunu hatırlıyorum. İhtilal yıllarında, 80 sonrası hani araçlar hep durdurulur, aranırdı ya… O zaman yine güzel bir hat yazısı almıştım. Eski harflerle olduğu için, askerler durdurunca, biri evrakları istedi. Öteki alkol muayenesi yapmak istedi. Bir diğeri de ötekileri dürtüyor, ‘Arabada Kuran yazısı var, boş ver,’ diyor. Ben gülmemek için kendimi zor tuttum ve izin verilince biraz ilerledim ve arabayı kenara çekip, kahkahalarla gülmeye başladım. Niye? Çünkü yazı şuydu: ‘Kitap taşıyan eşek, insan parçalayan aslandan daha hayırlıdır!’ Neyse diyeceğim şuydu: Yani 30 yıl önce de ben meraklıydım, hem eski yazılara hem resme. Zaten evimizde hep vardı. Yazıların manası çok iyi, beni çok cezbediyor. Güzel bir şekilde yazılmışsa fevkalade oluyor. Önümüzdeki aylarda Yıldız’daki Mabeyn Köşkü’nde bu hilyeleri sergileyeceğiz. Hilye nedir, böyle bir kültür mirasını tanıtmak hem de çağdaş hattatların yaptığı hilyeleri sergilemek ve edinme imkanını göstermek istiyoruz. Eskiden güzel yazılar yazdırılıp hediye edilirdi. Şimdi kalmadı. Çok iyi hatırlıyorum, yabancı bir ortağım, çocuğum olduğunda bana güzel bir yazı yazıp göndermişti.

MÜZEYİ DEVLET YAPSA
– Ahmet Kocabıyık, holding binası Perili Köşk’ü müze yaptı. Yani küçük bir müze ama çok farklı oldu. Sizin de bir müze yapma fikriniz var mı?

– Ben böyle yapanları takdir ediyorum. Ama bence, devlet iyi bir müze yapsa, biz de içinde bir galeride sergilesek daha doğru.

#Sayfa#

BABAM İSTEDİ RESİM DERSİ ALDIM AMA YETENEĞİM YOK
– Üç çocuğunuz var. Sanatla ilgililer mi peki? Özellikle büyük oğlunuz…

– Sanata ilgi duyuyorlar. Beğendiklerini alıp odalarına koyuyorlar. Anneleri pedagog. Resim yaptırarak onları anlamaya çalışıyor. Büyük oğlum 18 yaşında. Babasının yaptığı bir şeyi yapmaz herhalde ama müzayedelerden bir şeyler alıyor bazen. Geçenlerde bir eser almak istiyordu, ‘Alayım mı almayayım mı?’ diye sordu. ‘Anlaşıldı,’ dedik. Aldık. Heveslendi, eve götürdü. Odasına sığmadı, getirdi şirkete astık. Ölçüsüz almış.
– Resme yeteneğiniz var mı?
– Hiç yok. Babam beni mecbur tutmuştu, resim dersleri almıştım. Bizim ürünlerimizin üzerinde resimler, grafikler var. ‘Senin bunları anlaman lazım,’ demişti. Ofiste resim dersi alırdım. İlkokuldaydım galiba. Resim hocam gelir, kapıyı kapatır ve kapının arkasına ceketini asar, ‘Haydi bunu çiz,’ derdi. Pek kolay değildi. Sonra da teknik resme başladım. ‘Bunu da anlaman lazım,’ dediler.
– Etkisi oldu mu?
– E bakınca anlıyorum, artık.
– Niye resim atölyelerine gitmediniz?
– Hayatta bir şey yapılacağına inanıyorum. Ben bisküvi yapıyorum, çikolata yapıyorum.
– Eşinizin resme ilgisi nasıl?
– O hem resim yapar hem de uzmanlığı var. Yani benim anlayamadığım bazı yazıları okur, çözer, anlatır.
– En son aldığınız resim hangisi?
– Art Basel’den Navarro aldım.
– Sanat eseri alırken yerliyabancı ayrımı yapar mısınız?
– Sanat eserine yerli-yabancı diye bakmıyorum. Güzelse alıyorum. Bir de yatırım yaptığım ya da iş ilişkim olan ülkelere gidince, oraları bana hatırlatacak resimleri alıyorum.

BİZ EVLENDİK, ANNELER BALAYINA GİTTİ!
– ‘Uzun tatil alışkanlığım yok,’ diyorsunuz. Eşiniz ne düşünüyor?
– Evlenirken eşim bana ‘Balayına gidecek miyiz?’ diye sordu, ‘Hayır,’ dedim, ‘gitmeyeceğiz.’ Anneler çok yorulmuştu düğün telaşından, balayına onlar gitti!
– Nasıl yani?
Öyle. Eşime, ‘Bizim her gittiğimiz hafta sonu tatili balayı olur,’ dedim. Hatta geçenlerde uçakta ilginç bir şey oldu. Uçakta hostes pasta getirdi. Anlamadık hiçbir şey eşimle. Sonra öğrendik ki evlilik yıldönümümüzmüş! İkimiz de unutmuşuz.
– Kim unutmamış peki?
– Ülker unutmamış. Yıldız Holding unutmamış!
– Nesi kötü? Bu sürprizler güzel değil mi?
– E bir kötü tarafı vardı. Üzerinde 28 yazıyordu. Zaman çok hızlı!

KOLEKSİYONUMDA KAÇ ESER OLDUĞUNU DA KAÇ PARAM OLDUĞUNU DA BİLMİYORUM!
– Koleksiyonunuzda kaç tane eser vardır acaba?
– Bilmiyorum, gerçekten. Kaç param olduğunu da bilmiyorum.
– Ayıp olmasın diye kaç paranız olduğunu sormayacaktım zaten. (Gülüşmeler).
– Arada bir dergilerde çıkıyor, ‘Şu kadar parası var,’ diye. Vallahi o kadar param yok. Sordum onu. Dediler ki: ‘Biz sizi çok aradık, cevap vermeyince kendimize göre bir şey yazdık.’
– Bu listeler çıktıktan sonra memnun da kalınıyor. Kimi listenin aşağısında olmaktan mutsuz oluyor ama…
– Beni hiç yazmasalar mutlu olurum.
– Göremediğimiz sanat eserleri nerede duruyor peki?
– Çatı arasında! Bu iş için yapılan özel dolaplarda duruyorlar. Aile mensuplarının evlerinde de duruyor. Ailede ressam olan kadınlar da var.
– Kim onlar?
– Onları ben söylemeyeyim.

Yıldız Holding, uzun yıllar kapalı bir kutuydu. Bisküvi ve çikolata markasıyla herkesin tanıdığı bir isimdi ama bu markayı üreten Ülker Ailesi’ni kamuoyu pek tanımazdı. Kurucu Sabri Ülker arka planda kalmayı prensip edinmişti ve bu prensip, bütün aile üyelerine sirayet etmişti. Ama sonra bir gün bu strateji değişti. Peki neden? Bu değişiklik, direksiyona geçen ve resim tutkusu en son 2.2 milyon lira gibi rekor fiyata aldığı Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni‘si ile herkesin merakını uyandıran Murat Ülker’le mi başladı? Yoksa bu, yeni yüzyıl için bir aile meclisi kararı mı? Bu hafta sonu sanatseverleri kendine çeken Art Beat sanat fuarına destek çıkarak dikkatleri üzerine çeken Murat Ülker, neden uzun tatil yapmadığından başlayıp, çalışanlarına gece yarısı attığı elektronik posta mesajlarına kadar birçok ilginç konuda ilk kez konuştu. Ülker’le Çamlıca’daki holding merkezinde, birbirinden değerli resimlerin ve hilyelerin duvarları süslediği özel bir toplantı odasında görüştük. Odadaki eserler göz kamaştırıyor. Hepsini bir arada görünce insanın nutku tutuluyor. Mavi Senfoni‘nin yanı sıra odadaki tablolar arasında Burhan Doğançay’ın dört eseri daha var. Yücel Dönmez, Ömer Uluç (Mavi Kuş), Devrim Erbil, Onay Akbaş, Gülay Semercioğlu (Kırmızı), Mübin Orhon, Haluk Akakçe, Peyami Gürel, Ferruh Başağa, Erol Akyavaş’a ait müthiş resimlerin yanı sıra yakında Mabeyn Köşkü’nde sanatseverlerle buluşacak olan hilyeler de burada sergileniyor.
– Sanatla uğraşınız, tutkunuz yeni değil ama Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni isimli eserini 2.2 milyon liraya satın alınca, projektörler üzerinize çevrildi.
– Belki Burhan Doğançay’ın kendisi meşhur bir sanatçı olduğu için öyle olmuştur.
– Burhan Doğançay ünlü tabii ki ama siz de onun değerli birçok eserine sahip olduğunuz için dikkat çektiniz…
– Biraz da şanssızlık oldu. Mavi Senfoni’nin alınmasıyla ilgili arkadaşlarla konuştuktan sonra ben yetki verdim, sonra da yurtdışına gittim. ABD’de de yönetim kurulunda olduğum için… Saat farkı da var. Haberim olmadı. Geldikten sonra baktım, hakikaten soruyorlar. O zaman benim ekibin dahi haberi yoktu gerçekten, o yüzden cevap verememişler. Başka isimler ortaya atıldı ve biraz da ayıp oldu aslında.KADERİMİ TAKİP EDERİM
– Mavi Senfoni, sizin almak için çok heves ettiğiniz bir eser miydi?
– Benim öyle tutkularım, hırslarım yoktur.
– Nasıl yani! Peki hangi duygularınızı takip ederek sanat eserleri satın alıyorsunuz?
– Kaderimi.
– Yani, kaderiniz sizi Mavi Senfoni’ye mi götürdü?
– Burhan Doğançay’ı tanıyordum, Mavi Senfoni gibi üç eseri olduğunu biliyordum. Müzayedeye çıkacağını biliyordum ve o zaman ben de ‘Şu fiyata kadar çıkabilirim,’ deyip yurtdışına gittim.
– Bu demek oluyor ki sizin limitleriniz içinde olan bir fiyattan aldınız. Müzayedeye telefonla müdahale etmediğinize göre…
– Piyasadan biraz haberim var.
– Fiyat çok yüksek bulunmuştu…
– O güne kadar Mavi Senfoni ya da eşdeğer bir eser satılmamıştı ki… Satılmayınca fiyat oluşmamıştı. Kabahat bende değil yani. Fiyatı ben yükseltmiş olsaydım düşerdi, oysa sonra daha da yükseldi. Mesela şurada Mübin Orhon’un bir eseri var, o da aşağı yukarı aynı değerde. Benim alamadığım Fahrelnisa Zeid’in bazı eserleri var, onlar da o değerde.
– Alamadığım derken, almak isteyip de mi alamadınız?
– Ben de bir fiyat vermiştim ama gidip müzayedede oturup, bayrak kaldıracak biri değilim.
– Müzayedelere bizzat katılmadığınız için bazı eserleri kaçırıyorsunuz yani…
– Bir fiyat aralığı veriyorum ama… Olmuyorsa şayet, kaçırmış olmuyorum. Kader öyle tecelli etmiş oluyor. Hiçbir konuda öyle bir hırsım yok.
– İşiniz için aynı şeyi söyleyemeyiz sanırım?
– İşimde en iyiyi yapmaya çalışmak bir hırs değil, bir görev. İş hayatında performansınız yüzde 110 olmalı. Niye? Çünkü bir kişi başarılı olacak. Çok şükür biz lider bir şirketiz, lider markalarımız var. Yıldızlı 10 için çalışıyoruz. Sihri ne? Her gün her şeyi aynen yapıp, biraz daha iyi yapmaya uğraşıyoruz.
– Söz konusu sanat olunca, başka türlü davranıyorsunuz. Farklı bir koleksiyoner imajı çiziyorsunuz.
– Ben kendimi koleksiyoner olarak adlandırmak istemiyorum.
– Neden? Müthiş eserlere sahipsiniz ve Türkiye’de ve dünyada dolaştığınız galerilerden önemli eserleri satın alıyorsunuz.
– Bence eserler, sahiplerinin koleksiyonunu yapıyor. Yani bu eserler için ‘Ben bunların sahibiyim,’ demenin bir manası yok. Ben gelip geçiyorum. Onlar duruyor. Bunları kalıcı kılabiliyorsak, sanatseverlerle paylaşabiliyorsak, anonim olabiliyorsa bir değeri var. Saklıyorsam neye yarayacak?
EVİMİZİN KORİDORU SERGİ ALANI
– Bir müzede sergilenmediğine göre siz nasıl paylaşıyorsunuz koleksiyonunuzu?
– Bizim şirkette, arkadaşların istedikleri tabloyu alıp, odalarına asma imkanı var. Evlerimizde de aynı şekilde. Evin koridoru sergi alanı. Tablolar için raylı sistemler falan mevcut. Mesela koridorda İstanbul manzaraları vardı, sonra hilyeler geldi. Çocuklarım beğendiklerini kendi odalarına asmak istiyor, teşvik ediyorum.
– Bu salon da çok etkileyici. Anlaşılan Doğançay’ı çok beğeniyorsunuz. Eserlerin büyük bir kısmı ona ait…
– Başka sanatçıları da çok beğeniyorum tabii. Burhan Bey’i siz de yakından tanısanız çok seversiniz.
– Modern resim merakı size nasıl bir yol çizdi?
– Modern sanatta önemli olan beğenmenizden ziyade, sizin için ne ifade ettiği, size ne öğrettiği.
– Size ne öğretti öyleyse?
– Hat yazıları gibi. Bir yazıyı görünce anlamına bakarım. Her gün bakmak isterim. Felsefesini yaşamak istediğim için, her gün göreceğim bir yere koyarım. Modern sanatta da aynı şeyi düşünüyorum. Bu insan bunu çizerken benim gibi düşünmemiş. Farklı düşünmüş. Onu anlamaya çalışıyorum. Niye öyle düşünmüş, ne hissetmiş? Bunun bana şöyle bir faydası oldu iş hayatımda; insanların farklı farklı olduğu, algılarının farklı olduğu, değişik şeylerden hoşlandığını gördüm. Ben de bu insanları mutlu edecek ürünler üretmekle yükümlü olduğum için, onlara daha iyi hizmet edebiliyorum.
– Empati kurmayı mı öğretiyor yani?
– Kurmaya çalışıyorum. Bazen sanatçıyla görüşerek, eserin başında onun fikirlerini almak da fevkalade güzel bir şey oluyor.HAYATIMDA HİÇ UZUN TATİL YAPMADIM!
– Yurtdışına yaptığınız iş seyahatlerinizde de galeri dolaşıyor musunuz?
– Zaten sadece iş için seyahat ederim.
– Nasıl yani? Tatil için, keyif için seyahat etmez misiniz?
– Tatil alışkanlığım yoktur.
– Yılda en azından bir uzun tatil yapmaz mısınız?
– Bugüne kadar hiç yapmadım. Hafta sonları tatil yapıyorum sadece.İşim çocukları mutlu ediyor
“Ben iş konusunda şanslıyım. Benim işlerim çocukları mutlu ediyor. Bir küçük bisküvi, çikolata ile 25 kuruş karşılığında küçük bir mutluluk veriyor. Uygun fiyatlı olduğu için herkes ulaşabiliyor yani. Biz işimizi yaparken biraz da ondan zevk alıyoruz ve güç buluyoruz. Diyorsunuz ya niye tatil yapmıyorsunuz diye… E böyle bir şeyi insan terk edemez.”

ÇALIŞANLARA TATİLİ ŞART KOŞUYORUM AMA…
– Nasıl olur da hiç 10 günlük bir tatili, işten güçten uzaklaşmayı istemez bir insan?
– Akşam yatıyorum, sabah dinlenmiş kalkıyorum. Gerek kalmıyor. Ben korkarım; bir hafta işe gelmezsem hiç gelmem.
– Çalışanlarınız tatil yapınca sinirleniyor musunuz peki? Kendisi tatil yapmayan bir patron anlar mı çalışanını?
– Hayır, hiç öyle değil. Onların tatil yapmasını şart koştuğum gibi, istediğim de bir şey var. Diyorum ki ‘İsterseniz burada çalışın, isterseniz evde oturun ya da tatil yapın; sizden istediğim bir şey var: Sizin işinizi bana sormasınlar ve ben arayınca tatil de olsa, gece de olsa size ulaşayım.’
– Allah bilir, tüm sorular gece yarısı geliyordur sizin aklınıza?
– Yok gece yarısından sonra sadece mail atarım, telefon etmem.
– Peki mail gönderdiğinizde cevap gelmesini de bekler misiniz gece?
– Gelmemesini beklerim. Cevap gelince benim de uğraşmam lazım. Nitekim bazen gece cevap geliyor.
– Tatil olayına girince soru yarım kaldı tabii. Gittiğiniz şehirlerde sanat etkinliklerini takip ediyor musunuz diye soracaktım?
– Gittiğim her şehirde galeriler, sergiler ve etkinliklerin bir listesini alırım mutlaka. Önce işimi yaparım. Vakit kalırsa piyasayı dolaşırım. Marketlere giderim. Sonra da imkan varsa galeri ya da müze dolaşırım.
– Uzun sayılabilecek bir süredir ekonomi gazeteciliği yapıyorum. Yakından tanımadığım az grup kalmıştır. Ülker’i uzun süre tanıyamadık. Hem şirket olarak çok kapalıydınız hem de asla gazetecilerle bir araya gelmiyordunuz. Bu röportaj bile bir ilk. Son yıllarda sizi daha dışa dönük görmeye başladık. Bir strateji mi bu? Siz ikinci kuşak sayesinde mi biraz da?
– Haksızlık olur böyle derseniz. Ben şirkette çalışırken, Sabri Bey de işin başındayken biz böyle bir değişikliğe gittik. 2000’li yıllarda yani. Niye yaptık? Bu bir karardı. Daha önce diyorduk ki ‘Bizim işimiz, malımız bizi anlatsın.’ Hatta ilave bir şey söylemek ayıp sayılıyordu. Ama sonra çevreden öyle baskı geldi ki ‘Sizin bunu anlatmanız lazım, yoksa sizin hakkınız yeniyor,’ diye. Aile meclisi olarak toplandık ve bir karar aldık. Strateji değişikliği yaptık. Bundan sonra aksiyoner olacağız dedik. O gün bugün bir master plan dahilinde, yıllık olarak çalışıp, işlerimizden biri gibi yapıyoruz.30 YIL ÖNCE DE SANAT ESERLERİNE İLGİM VARDI
– Üniversite yıllarında da sanatla bu kadar ilgili miydiniz?
– Aslında lisede de ilgiliydim. Şunu hatırlıyorum. İhtilal yıllarında, 80 sonrası hani araçlar hep durdurulur, aranırdı ya… O zaman yine güzel bir hat yazısı almıştım. Eski harflerle olduğu için, askerler durdurunca, biri evrakları istedi. Öteki alkol muayenesi yapmak istedi. Bir diğeri de ötekileri dürtüyor, ‘Arabada Kuran yazısı var, boş ver,’ diyor. Ben gülmemek için kendimi zor tuttum ve izin verilince biraz ilerledim ve arabayı kenara çekip, kahkahalarla gülmeye başladım. Niye? Çünkü yazı şuydu: ‘Kitap taşıyan eşek, insan parçalayan aslandan daha hayırlıdır!’ Neyse diyeceğim şuydu: Yani 30 yıl önce de ben meraklıydım, hem eski yazılara hem resme. Zaten evimizde hep vardı. Yazıların manası çok iyi, beni çok cezbediyor. Güzel bir şekilde yazılmışsa fevkalade oluyor. Önümüzdeki aylarda Yıldız’daki Mabeyn Köşkü’nde bu hilyeleri sergileyeceğiz. Hilye nedir, böyle bir kültür mirasını tanıtmak hem de çağdaş hattatların yaptığı hilyeleri sergilemek ve edinme imkanını göstermek istiyoruz. Eskiden güzel yazılar yazdırılıp hediye edilirdi. Şimdi kalmadı. Çok iyi hatırlıyorum, yabancı bir ortağım, çocuğum olduğunda bana güzel bir yazı yazıp göndermişti.MÜZEYİ DEVLET YAPSA
– Ahmet Kocabıyık, holding binası Perili Köşk’ü müze yaptı. Yani küçük bir müze ama çok farklı oldu. Sizin de bir müze yapma fikriniz var mı?

– Ben böyle yapanları takdir ediyorum. Ama bence, devlet iyi bir müze yapsa, biz de içinde bir galeride sergilesek daha doğru.

BABAM İSTEDİ RESİM DERSİ ALDIM AMA YETENEĞİM YOK
– Üç çocuğunuz var. Sanatla ilgililer mi peki? Özellikle büyük oğlunuz…
– Sanata ilgi duyuyorlar. Beğendiklerini alıp odalarına koyuyorlar. Anneleri pedagog. Resim yaptırarak onları anlamaya çalışıyor. Büyük oğlum 18 yaşında. Babasının yaptığı bir şeyi yapmaz herhalde ama müzayedelerden bir şeyler alıyor bazen. Geçenlerde bir eser almak istiyordu, ‘Alayım mı almayayım mı?’ diye sordu. ‘Anlaşıldı,’ dedik. Aldık. Heveslendi, eve götürdü. Odasına sığmadı, getirdi şirkete astık. Ölçüsüz almış.
– Resme yeteneğiniz var mı?
– Hiç yok. Babam beni mecbur tutmuştu, resim dersleri almıştım. Bizim ürünlerimizin üzerinde resimler, grafikler var. ‘Senin bunları anlaman lazım,’ demişti. Ofiste resim dersi alırdım. İlkokuldaydım galiba. Resim hocam gelir, kapıyı kapatır ve kapının arkasına ceketini asar, ‘Haydi bunu çiz,’ derdi. Pek kolay değildi. Sonra da teknik resme başladım. ‘Bunu da anlaman lazım,’ dediler.
– Etkisi oldu mu?
– E bakınca anlıyorum, artık.
– Niye resim atölyelerine gitmediniz?
– Hayatta bir şey yapılacağına inanıyorum. Ben bisküvi yapıyorum, çikolata yapıyorum.
– Eşinizin resme ilgisi nasıl?
– O hem resim yapar hem de uzmanlığı var. Yani benim anlayamadığım bazı yazıları okur, çözer, anlatır.
– En son aldığınız resim hangisi?
– Art Basel’den Navarro aldım.
– Sanat eseri alırken yerliyabancı ayrımı yapar mısınız?
– Sanat eserine yerli-yabancı diye bakmıyorum. Güzelse alıyorum. Bir de yatırım yaptığım ya da iş ilişkim olan ülkelere gidince, oraları bana hatırlatacak resimleri alıyorum.BİZ EVLENDİK, ANNELER BALAYINA GİTTİ!
– ‘Uzun tatil alışkanlığım yok,’ diyorsunuz. Eşiniz ne düşünüyor?
– Evlenirken eşim bana ‘Balayına gidecek miyiz?’ diye sordu, ‘Hayır,’ dedim, ‘gitmeyeceğiz.’ Anneler çok yorulmuştu düğün telaşından, balayına onlar gitti!
– Nasıl yani?
Öyle. Eşime, ‘Bizim her gittiğimiz hafta sonu tatili balayı olur,’ dedim. Hatta geçenlerde uçakta ilginç bir şey oldu. Uçakta hostes pasta getirdi. Anlamadık hiçbir şey eşimle. Sonra öğrendik ki evlilik yıldönümümüzmüş! İkimiz de unutmuşuz.
– Kim unutmamış peki?
– Ülker unutmamış. Yıldız Holding unutmamış!
– Nesi kötü? Bu sürprizler güzel değil mi?
– E bir kötü tarafı vardı. Üzerinde 28 yazıyordu. Zaman çok hızlı!KOLEKSİYONUMDA KAÇ ESER OLDUĞUNU DA KAÇ PARAM OLDUĞUNU DA BİLMİYORUM!
– Koleksiyonunuzda kaç tane eser vardır acaba?
– Bilmiyorum, gerçekten. Kaç param olduğunu da bilmiyorum.
– Ayıp olmasın diye kaç paranız olduğunu sormayacaktım zaten. (Gülüşmeler).
– Arada bir dergilerde çıkıyor, ‘Şu kadar parası var,’ diye. Vallahi o kadar param yok. Sordum onu. Dediler ki: ‘Biz sizi çok aradık, cevap vermeyince kendimize göre bir şey yazdık.’
– Bu listeler çıktıktan sonra memnun da kalınıyor. Kimi listenin aşağısında olmaktan mutsuz oluyor ama…
– Beni hiç yazmasalar mutlu olurum.
– Göremediğimiz sanat eserleri nerede duruyor peki?
– Çatı arasında! Bu iş için yapılan özel dolaplarda duruyorlar. Aile mensuplarının evlerinde de duruyor. Ailede ressam olan kadınlar da var.
– Kim onlar?
– Onları ben söylemeyeyim.

Post Author: SerGe

Leave a Reply