Atilla Barsan – Bırakalım dünya onların olsun

Her doğan günle içime binlerce şükür damlası düşüyor gökten. Gök ne kadar bereketli Allah’ım. Günahkarın üzerine düşen damla ile cennetle müjdelenen birine düşen damla aynı miktarda. Amr Bin As ile Ebu Cehile’ e düşen damlalar gibi tıpkı. Zaten günde 40 dan fazla Rahman ve Rahim derken bunu kast ediyoruz ya; Kullarını mümin kafir ayırt etmeden rızıklandıran Yüce Allah. O’nun yüceliği de bunu gerektiriyor zaten.

Oysa biz kullar öyle miyiz ya. Çok kızdıklarımızı bir kaşık suda boğarken sevdiğimize sınırsız açıyoruz verme duygularımızı. Sonra ona kızıp ondan da yüz çevirip başka mahbuplara dönüyoruz yüzümüzü.

Hep derim Rabbimiz –haşa-biz kullar gibi olsaydı, bize bizim başkalarına yaptığımız gibi muamelede bulunsaydı; bu dünyanın dengesi nice olurdu? Yağmurun hep Müslüman ülkelere yağdığını ancak mesela ineğe tapılan Hindistan’a hiç yağmadığını düşünün. Oysa muson yağmurları ile en çok yağış alan bölgeler oralar.

Kullarını adaletiyle ve lütf-ü merhametiyle rızıklandıran Mevla’mızın isimleri böylesine cömert ve böylesine çok yönlü tecelli ederken biz insanlar birbirimize çoğu zaman Kahhar ve Celal ismi ile tecelli ediyoruz. Oysa ayıplar karşısında Settar, öfke ve kinlere karşı Lâtif, haksızlık karşısında Adil, hastalara karşı Şafi, borçlulara karşı Gani olmak da Allah’ın (cc) meşrebindendir, bunu hep unutuyoruz.

Ölüm denen nasihatçi kapıda 7/24 nöbet beklemedeyken, en yakınlarımız alıp alıp ellerimizle şehrin en görünen yerlerine kendimiz gömmekte iken. Sabahlara kadar çekilen sancıların sonunda güneş doğmakta ve yeryüzü her dakika yeni yeni rızıklarla şenlenmekteyken. Bir damladan deryalar oluşur, dün kundakta yatan bugün konuşur ve kuru topraktan süzülüp çıkan akıl almaz tatlar, renkler ve kokularla her mevsim yeniden buluşur iken nedir bu insanoğlundaki hırslar, kinler,  ıstıraplar ve korkular? Anlamadım ben bunu, ben bunu hiç anlayamadım.

Aile hayatlarımız kırk yamalı bohça gibi. Küslükler, içten içe ruhu kemiren anlaşmazlıklar. Kadın kocadan kaçacak delik arıyor, koca kadınına gönlü kırık, kapıdan girse gözü bacada. Çocukların bilgisayarda oynadıkları oyunlara bile baksanız bir kovalamaca, bir tuttuğunu öldürme yarışıdır gidiyor. Oysa  “aile” demek dertlerin kederlerin buhar olup uçtuğu, geriye sevgi saygı ve tadına doyulmaz keyiflerin kaldığı bir mutluluk otağıdır. Bunun ne çocuklar farkında ne de ebeveyn. Aile demek savaşın bittiği sınır, bölüşülenin sadece saadet olduğu bir huzur ortaklığıdır.

Her girdiğim esnafta bin türlü dert görüyorum. Alacağını alamamış, vereceğini yetiştirememiş. Dünya başına zindan kesilmiş. Alacaklısını görse bir kaşık suda boğacak. Borçlusunu görse dünyanın öbür ucuna kaçacak. Herkes 25 kuruş dahi olsa bir diğerinden bir şeyler kazanmanın derdinde. Oysa kazanmak karşılıklı olmalı. Ben kazanırken birileri bir şey kaybediyorsa benim kazancım da yarımdır bana göre. Biz kazanırken sağımızdaki solumuzdaki de bir şeyler kaybetmemeli. Bizim kazancımız birinin kayıp hanesine yazılmamalı. Çünkü kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe kişinin imanı tamama ermez diyen bir Rasulün ümmetiyiz. Ya da bunu iddia ediyoruz. Öyleyse beni inciten söz karşımdakini de yaralar, benim cebime giren para karşımdaki esnaf arkadaşımın da kasasına girse o da sevinir. Beni üzen şu gelişme bu milleti de derde düşürür bilinciyle bir yaklaşabilsek olaylara; ne kin kalacak, ne nefret, ne de yeryüzündeki önü alınamaz adaletsizlikler. Hayata böyle bakarsak yolda ayağımıza batan bir tek diken bile kalmaz, değil gökten bombalar yağmak.

Bu bakış açısıyla yaklaştığımızda ekonomik krizler, savaşlar, bölücü terörler, ırk ayırımları, siyasi çekişmeler, kardeş kavgaları, miras ve kan davaları, gasplar ve tecavüzler yani yeryüzünde kötülük adına ne varsa hepsi ortadan kalkar, hiç kuşkunuz olmasın ki.

İşte bize bu gerçeği göstermek için Rabbimiz kullarını mümin-kafir ayırt etmeden rızıklandırıyor da bize ne oluyor ki Kürt -Türk diye bölüyor, sağcı-solcu, şu parti-bu parti diye diye gruplandırıyor, esmer-beyaz diye seçiyor, namazkar-binamaz diye kategorize ediyor, bu köyden-şu köyden, şu sülale-bu sülale diye ayırıyoruz? Sevdiğimize derya, sevmediğimize çorak toprak kesiliyoruz? Beğendiğimize buyur, beğenmediğimize tu kaka yapıyoruz?

Çocuğunu severken bile akılı kızım-yaramaz oğlum diye seven  ebeveynler olarak, o işe yaramazın biri, diğeri tefecinin taa kendisi, şu yalancının teki, bu sahtekarın önde gideni  diye diye elimize bir tırpan almış, sağı solu budaya budaya yürüyen bizler, bizi yaratanın da bize aynen bu şekilde muamele ettiğini düşünelim ve bu kötü sözlerin hepsinin defterlerimize bakan meleklerce onun huzurunda bizim için aynen dile getirildiğini varsayalım bir kere de..

Oysa o bizim yaptığımız onca şeye, yeryüzünde çıkardığımız onca fesat ve kargaşaya, emirlerini yerine getirmede gösterdiğimiz üşenmelere rağmen o bize o dar koridorda aynen şöyle seslenecek: “Ne yapmış olurlarsa olsun, onlar benim kullarım…”

Hayatın bir kıyısına çekilip biraz baksak kendimize, çevremizde olup bitenlere bir ibret nazarı atsak, göreceğiz ki hayat bir mücadele değil, hayat bir kaçma ve kovalama değil. Hayat bir sirk değil, bir arena değil, bir sahne değil, bir yarış pisti değil…Bizler “Kaybedenler Kulübü” ya da “Kazananlar Locasında” yaşamıyoruz. Hayat sadece ve sadece bir imtihan. Verilmiş bir mühlet*. Bir bekleme salonu. Bir kaza sonrası kazazedenin ilk yaptığı hareket, eliyle üzerini başını silkelemek ve bir yerim kırılmış mı, kanayan bir uzvum var mı diye tüm bedenini kontrol etmek olur. Şu dünya hayatı da geçirdiğimiz bir kaza gibi bana göre. Mahşerde dirilirken aynen öyle üzerimizdeki tozu toprağı silkeleyecek, dünyaya ait bir kırılma bir zedelenme yaralanma var mı diye kendimizi şöyle bir kontrol edecek  ve öylece varacağız İlahi huzura..

Sizin ne gibi kırıklarınız var; hangi duygunuz zedelenmiş, hasarınız ne kadar? Kimleri kırdınız, kimlerin kalbi sizin çuvaldızlarınızla delindi, kimin gönlüne dikenleriniz battı, kime yan baktınız ve kime kendisini değersiz hissettirdiniz? Bir bakın kendinize..(Bu satırları yazarken bile herkesin önce kendine değil de hemen etrafına bakınıp yaa bana şu da şunu demişti, şu zamanda şu kişi kalbimi şöyle fena kırmıştı.. diyerek sağdan soldan suçlu aradığınızı görür gibi oluyorum. Allah aşkınıza kendi nefisinize bakınız. Size sizi kimin kırdığını değil, sizin kimi kırdığınızı soracaklar, Dikkat!)

*Öyle kısa bir müddet ki bu, mahşerden baktığımızda toplam bütün insanlığın yaşadığı bilmem kaç milyon yıllık dünya hayatı 3 dakika hükmünde olacak. Varın kendi kişisel ömrünüzün kaç saniyelik hükmü olduğunu siz düşünün.

Yoksa salise mi desek?

 

Post Author:

3 thoughts on “Atilla Barsan – Bırakalım dünya onların olsun

    Yunus

    (January 22, 2012 - 12:30 am)

    Hakkaten miirim sen son anda uyarana kadar ben hep beni cuvaldızlayanları düsünüyordum.
    Yüregine sağlık.

    Şevki

    (January 16, 2012 - 8:26 am)

    Müdür; Bu seferki seçtiğin konuda çok güzel de beni esas kendime getiren. “Hayatın bir kıyısına çekilip biraz baksak kendimize” diye başlayan parağraf oldu. Döndüm baktım ve hatırladım çocukluğumun bazı bölümlerini. Herkes erken kalkardı, sofraya hep beraber otururduk, Vita yada Sana yağından bir çorba kaşığı yağ alınıp kaşıkla sofranın ortasına konurdu herkes birer parça ya alırdı ya alamazdı. Heeey gidi, mutluyduk be müdür, yani şimdi anlıyorum mutluymuşuz. Şimdi hamd olsun eskiye göre daha varlıklıyız EMMEEEE şükrü unutuyoz şükrüüüüüüüüü.
    Dediğin gibi “bize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmasak” olay zaten çözülmüş olacak.Allah razı olsun senden, gene hatırlattın bazı eksiklerimi. Gene faydalandım satırlarından. Kalemine sağlık.
    Allaha emanet…..

    NIhat

    (January 13, 2012 - 6:37 pm)

    Konulari bir butun olarak ele alip, onlari o kadar guzel lanse emissiniz ki vallahi yazinizin bir an bitmemesi istedim.

Leave a Reply