Amerika’da bir Türk evsiz!

Bir gün evden çıkıp Amerika’ya gittiğinde oğlu on sekiz aylıktı! İbrahim Altay Okyanus ötesine geçmekle de kalmadı bir de ‘evsiz’ oldu!

Evsiz olmaya nasıl karar verdi? Peki Amerika’da dört başı mahmur bir evsiz olmanın kuralları ne? Dışardaki ilk gece neler hissetti, hiç vazgeçmeyi düşündü mü?

Bir ‘hayat kadını’ hayatını nasıl kurtardı? Altay yemek için hiç para harcamadı, iç cebine diktiği 200 dolardan tek seferde sadece 40 dolar harcadı. Peki o para nereye gitti?

Son zamanların en ilgi çekici ve gerçekçi konuya sahip kitabı ‘Evsiz’ikitabını yazarıyla konuştuk…

İşte Amerika’da ‘evsiz’ geçen 25 gecenin hikâyesi ve o müthiş deneyimden arta kalanlar…

İnsan gerçekten merak ediyor, evsiz olmaya nasıl karar verilir? Romanda, “Bir kitap okudum hayatım değişti!” gibi bir durum oluyor. Kitap da Jack London’ın Uçurum İnsanları…

Aslında “Bir kitap okudum hayatım değişti” hikâyesine inananlardan değilim! Kitabın ironilerinden birisi de burada. Jack London’ın “Uçurum İnsanları” kitabını gerçekten severek okudum ve dinledim! Benim için ilham verici oldu elbette, ama sırf bu kitap yüzünden evsiz olmaya karar vermiş değilim. Daha farklı sosyolojik ve psikolojik motivasyonları var bu deneyimin.


“Niye Amerika’da ‘evsiz’ oldunuz da Türkiye’de olmadınız?” “Niye nispeten soğuk olan New York’u değil de sıcak iklimli Los Angeles’ı seçtiniz?”

Demek ki nispeten kolaycı bir insanım. (Gülüyor) New York’ta bir evsiz olarak yaşayabilir miydim? Açıkçası çok emin değilim.

Gerçi işin kendisi başlı başına bir cesaret meselesi!

Elbette kolay değil. Los Angeles’ın literatürdeki adı: “Evsizlerin Başkenti”dir. Ortalama nüfusa göre belki San Fransisco’ da daha fazla evsiz var, ama yayılımı ve çokluğu bakımından Amerika’daki evsizlerin başkenti Los Angeles’tır. Amerika’ya gitmeye karar verince havaların güzel ve meyvelerin çeşitli olması nedeniyle orayı seçmiştim. Gidince anladım ki evsiz olmak için de iyi bir yermiş!

 Bir de izin meselesi var. Onu çok merak ettim, siz eşinizden okumaya gitmek için mi izin alıyorsunuz, yoksa evsiz olmak için mi?

Karım ben evlenmeden önce benim çok akıllı bir insan olmadığımı biliyordu zaten Belki de çok akıllı bir insan olsam benimle de evlenmezdi! Ona ilgi çekici birisi gibi görünmezdim.

Bu sırada çocuğunuz var mıydı?
Tabi, ilk çocuğumuz bu olaylar olduğunda on sekiz aylıktı!

İdeal bir baba portresinin biraz da dışına çıkan bir tablo oluyor sanırım
Belki bu kitabı yazmasaydım, o portrenin tamamen dışına çıkabilirdik. Belki bu hayattan dönüş olmasaydı herhangi bir baba portresinin içinden de çıkmış olabilirdik! Ama oğlum anlayacaktır beni ilerde.

Bu dünya şartlarında insanın aklına mukayet olması pek de mümkün değil!

Gerekli de değil aslında… Bazı insanlar deli numarası yaparlar. Diğer bazı insanlarsa akıllı numarası. Ben galiba ikinci sınıftayım.

Evsiz olmaya karar vermekle de bitmiyor! Evsiz olmak için gereken bir ön çalışma da var! “Evsiz olmanın en kolay 10 yolu” diye bir çalışma da yok sanırım!

Onu benim yazmam gerekir; Amerika’ya gidiyorsunuz, bir yabancısınız, İngilizce’yi, teorik olarak çok iyi bilseniz bile herhangi bir yerde bir kahve dükkanında bir şey ısmarlarken bile anlaşılamayabiliyorsunuz. Anlayamıyor sizin aksanınızdan! O kelime öyle telaffuz edilmiyor çünkü! Bu süreçte sizin nazınızı çok az insan çekiyor! Nazınızı çeken insanlar arasında genellikle evsizler var! Bu da bir menfaat ilişkisi; o da sizden bir şeyler koparmaya çalışıyor! Bu nedenle evsizlerin benim üzerimde çok emeği oldu!

İşinde gücünde olanlarla takılma şansınız olmadığında, sizden dilenmeye gelen bir evsize, “Gel sana bir kahve alayım, benle otur!” diyorsunuz. Dolayısıyla ben evsiz olmadan önce de evsizlerin içinde çok zaman geçirdim.

Kitapta Mike diye bir arkadaşım vardı, bir gün enteresan bir şey oldu, pazar günü kiliseye gitmek istiyor, Starbucks’ın tuvaletinde üzerini çıkarmış çırılçıplak banyo yapıyor!

Müşterinin biri de gelip bağırınca, dışarı atıyorlar ve bir daha içeri giremiyor… Çok zor günler geçiriyordu evsizlik bakımından, çünkü artık kıyafetleri de yoktu. Şimdi biz ona kıyafet aldık, sonra Mike ile bir anlaşma yaptık, dedim ki sen bizim evde kal, tabi karım bunları duyarsa beni öldürebilir, ben de senin kaldığın yerde kalayım. Bu evsizlik sürecine başlamadan önce bir oryantasyon dönemi vardı! O çök önemli bir şey gerçek bir evsize benzemek, kıdemli bir evsize benzemek çok uzun zaman alıyor Dolayısıyla benim o aradaki süreci bir şekilde atlatmam gerekiyordu; çevremdeki evsizlere bakarak ortalama bir kıyafet tasarladım. Bunu söylemek biraz ayıp olacak ama söyleyeim!

Bu insanlar, bildiğimiz insanlar gibi yapmıyorlar tuvaletlerini, dolasıyla üzerleri sidik kokuyor. işte o efekti verebilmek için bira döküyorsun mesela pantolana! Bir şekilde yırtılıyor kıyafetler, ben o yırtıkların nereden oluştuğunu izledim, notlar aldım. Ne tür şapkalar giyerler, şapkaların alt kısmı terden simsiyah olmuştur hep. Kazaklar yırtılır ve biraz boldur. Çünkü onu giydikçe bollaşır, yıkama şansınız yoktur! Dolaysıyla evsiz modası hakkında epey bilgi ve fikir sahibi oldum

İlk geceyi çok merak ediyorum!
Bana sorarsan, “Bu süreçte seni en çok ne zorladı” diye… İki şey beni çok zorlamıştır. Birisi pipo tütünümün bitmesi… Diğeri ilk gecedir. Çünkü o ilk gece vazgeçmeye ve dönmeye
en yakın olduğum gecedir. Bütün endişelerin belirdiği, başıma nelerin gelebileceğini en şiddetli şekilde düşündüğüm gece.

Amerika’daki Starbucks’ta Türk aileyle karşılaşıyorsunuz! Amerikalı’nın evsizi bile makbul sanırım, biraz bahsedebilir misiniz?

Adam Paris’e gitmiş, “Bu Fransızlar çok kültürlü, çocukları bile Fransızca konuşuyor.” demiş. Bu aslında sizin algınızla yakından ilgili… Bir tür aşağılık kompleksi…

Mesela Fransa’da hiçbir değeri olmayan, sokakta yatacak kadar bile değeri olmayan Fransız bir futbolcu buraya geliyor ve ahlaksızlığıyla, tuhaf hareketleriyle, dejenere tavırlarıyla toplumun gözbebeği haline gelebiliyor. Bir pop ikonuna dönüşüyor, bütün yarışma programlarına onu çağırıyorlar…

Evsizken harcadığınız tek para da 40 dolar! O da yemeğe değil de bir tabloya gidiyor!

Meşhur ihtiyaçlar zinciri teorisini bilirsiniz. Uzun bir açlık döneminin ardından o galeride bedava yemekler bulup karnımı iyice doyurunca, hatta birkaç gün yetecek kadar erzak depolama fırsatı bulduğuma inanınca hemen sanatla ilgilenmeye başladım. Ama o tablo o dönemki toplumsal bir olayı yansıtma açısından da ilgi çekiciydi. Evsiz olmasaydım o günlerde yine o sergiye gitseydim belki o konseri mecburen dinlemezdim ama o tabloyu satın alırdım.

Bu bakımdan Türkiye ile ABD’yi karşılaştırdığınız oldu mu?

Bizde birinin evsiz kalması çok istisnai şartlara bağlı! Türkiye’de evsiz yoktur diyemeyiz, ama o evsiz olma haline gelene kadar bizim toplumumuz çok daha koruyucu! İşsiz kalıyorsunuz, anneniz babanız size destek oluyor. Ya bir akrabanız evinde bir odada kalmanıza izin veriyor! Ama Amerikan toplumunda bu bağların bizimki kadar kuvvetli kurulduğunu söylemek zor… Aynı mahallede yaşadığım insanlardan, işsizlikten dolayı evlerinden çıkmak zorunda kalanları ve sonra onların sokakta yaşamaya başladığını ve bunların birkaç ay içinde olduğunu gördüm…

Bir sokak dövüşüne katılıyorsunuz orada bir darbe alıyorsunuz ve bir hayat kadını size yardımcı oluyor! Orada fahişelikle ilgili Hemingway’a bir atıf var! Hemingvay’in fıkrası çok önemlidir; Hemingway bir baloda göz kamaştırıcı bir kadınla tanışır. Onu dansa kaldırır.

Pistin ortasında kendilerini müziğin ahengine kaptırmış dönerlerken yazarımız kadının kulağına eğilir ve sorar: “Size bir dolar versem bu geceyi benimle geçirir misiniz?” Kadın yüzünü buruşturur ve yazarı hafifçe iter: “Siz beni fahişe mi zannettiniz?” Yazarımız kadını bırakmaz ve dans etmeye devam ederler. Büyük bir hata yaptığının farkına varmıştır ve kendisini affettirmek istemektedir.

“Size böyle bir teklifte bulunduğum için ne kadar utandığımı ifade etmekten acizim,” diye başlar söze. “Asaletiniz ve zarafetinizle beni ziyadesiyle etkilediniz. Hayatım boyunca sizin gibi baş döndürücü bir kadınla tanışmamıştım. Bendeniz efendim, meşhur bir insanım. Yıllardır gazetecilik yapıp dünyayı dolaştım. Bu zaman zarfında hatırı sayılır bir servet biriktirdim fakat hayatımda hep sizin gibi bir hanımefendinin eksikliğini hissettim.

Eğer bu geceyi benimle geçirmeye razı olursanız bütün servetimi size bağışlamaya hazırım.” Kadın bu defa hemen itiraz etmez. Hatta karşısındakinin ciddiyetini bir süre tarttıktan sonra “Neden olmasın?” deyiverir. Bunun üzerine Hemingway’in söyledikleri çok önemlidir: “Demek ki fahişe olduğunuz konusunda anlaştık. Şimdi de fiyatta anlaşalım.”

Burada önemli olan şu; hiç günaha bulaşmamış olmakla övündüklerine, fahişeliği aşağıladıklarına bakmayın. Hangi insanlar hangi küçücük menfaat ve tatminler için ruhlarını ve beyinlerini kim bilir kimlere satmışlardır

Belki orada zihinsel bir fahişelikten söz ediyoruz.

Çevremizde insanlar görürüz, “Bunu kesinlikle yapmam, o benim ilkelerime aykırı!” derler. Sonra bir koltuk için, bir köşe için neler neler yapmazlar. Neticede duygular ve düşünceler de insan bedeninin, beninin bir parçası. Bir fahişeliği 1 milyon dolara yapmakla 1 dolara yapmak arasında sadece sıfırlar farklı. Yapılan şey temelde aynı.

Siz anlatırken masal gibi dinliyoruz; “Evimi bir evsize verdim, şöyle oldu, böyle oldu.” Dinlemesi kolay ama normal standartlarda bir insanın yapacağı işler değil bunlar… Hiç vazgeçmek istediğiniz oldu mu?

Bunu çok sık düşündüm. Ben bu kitabı bir kahramanlık hikayesi anlatmak için yazmadım. Yaşarken çok zorlandığım zamanlar oldu. Halen diyebilirim ki bu 25 günün sonrasında, bu yola koyulmadan önceki kadar sağlık değilim. Bağışıklık sistemim ciddi hasar gördü! Psikolojik olarak da kendimi toplamam o evsizlerle yeniden ilişki kurmaya başlamam epey zaman aldı. Kitapta bunu aksettirmemeye çalıştım, ama vazgeçmeyi düşündüğüm zamanlar çok olmuştur ve ben bir zaman sonra, bu olayın sonunun nereye gideceğini kaybettiğimde, artık vazgeçememekten korktuğum bir zaman da olmuştur!

Bir sürü dezavantajının yanında büyük de bir tecrübe! Askerliğin iyi ve kötü yanları gibi… Evsizliği bir tür askerliğe benzetirsek beni de asker kaçağı olarak görebilirsiniz… Çünkü tamamlayamadım süreci. Aslında şunu da fark ettim. Bazen yolculuklar gökkuşağına ulaşmaya çalışan insanların duygusuna dönüşüyor. İlerledikçe bir yakınlaşma duygusu dolduruyor içinizi ama gerçekte öyle bir şey yok!
İkincisi: Haddimi aştığımı fark ettim bu süreçte. Evsiz insanları bir araştırma nesnesi olarak görmüştüm yola çıkmadan önce. Ama öyle bir noktaya geldim ki aslında bu araştırmanın nesnesi benmişim. Onları anlamak, tanımak için çıktığım yolculuk beni kendime getirmiş.

Nedir o ‘kendi’ dediğiniz şey?

İnsan nesnelerle kurduğu ilişkiye çok dikkat etmeli. Bir nesneye verdiğiniz fazladan değeri, kendi değerinizden çalarsınız. Gereksiz bir bağımlılık ilişkisidir bu. İnsanlara verdğiniz fazladan değer de aynı şekilde. Anladığım şeylerden biri de bu oldu.

Herkes evini sırtında taşır diye bir söz var kitapta; gerçek bir ‘evsiz’lik mümkün değil galiba!

Evsizliği beni rutin hayata bağlayan tüm bağlardan kurtaracak bir şey olarak tasarlamıştım. Ama evsizlik böyle bir şey değil. Diyelim ki evsiz oluyorsunuz, içinde yaşamakta olduğunuz evden çıkıyorsunuz, ama aslında sizin içinde yaşamakta olduğunuz ev, o dört duvardan ibaret değil. Bütün duygularınızla, düşüncelerinizle, tecrübelerinizle oluşan o ev sadece fiziki bir varlık değil. Dolayısıyla ondan çıkamadığınız zaman, sizi o toprağa bağlayan bağlardan bütünüyle soyutlanamadığınız zaman, aslında evsiz olmanız münkün değil. Anladım ki, insanın evi kendisidir. Kendinden çıkabiliyorsan çık. Çıkamıyorsan orayı daha temiz, daha tertipli, daha düzenli, daha yaşanabilir hale getirmeye çalış.
Kötülüklerden arındır, kötü duygulardan kurtul, başarabiliyorsan sevgiyle ve iyilikle doldur! Anlatmaya çalıştığım buydu.

Bir yandan hepimiz olası evsizleriz aslında ama bu ihtimale pek salık vermek istemiyoruz!

Kitabın temel esprilerinden biri de budur! Evsizlerlerle ilgili yazılmış en önemli piyeslerden biri Anita’nın Aşkı’dır. Onun sonunda evsizlerin yaşadığı parkı bekleyen polis memuru kalabalığa döner ve der ki, “New York şehrinde her hafta şu kadar kişi evsiz kalıyor. Önümüzdeki hafta evsiz kalacak kişi siz
olabilirsiniz!” İnsanlar pek çok şeyi başlarına geldikten sonra düşünmek ister, fakat o zaman düşünülecek bir şey kalmamıştır.

Sözünü ettiğiniz makaleyi ne zaman yazacaksınız?

Evsizleri belki biraz daha iyi anladım ama onları değerlendirmek için ihtiyacım olan yabancılığı da kaybettim. Sürecin sonunda evsizleri bir gözlem nesnesi olarak görme isteğimden epeyce uzaklaşmıştım. Wittgenstein’ın dediği gibi “İnsan zekasını dostlarına karşı kullanmamalı…” Evsizler hakkında yazmayı düşündüğüm o makaleyi muhtemelen
yazmayacağım.

Evsizlik tecrübesi normal yaşamınızda da yardımcı oluyor mu size? Tasarruf etmeyi öğrendiniz mi mesela?

Henüz o konudaki yeteneğimi kullanma fırsatı bulamadım. Dolayısıyla bana kazandırdığı bir şey varsa farkında değilim. Çok sevdiğim bir benzetme var: “Ekonomik sistem bir sirke benziyorsa, insanlar da silindirin üzerinde koşan fareye benziyor.” Silindiri çevirmek için sürekli daha hızlı koşmak zorundasın ve durursan düşersin. Bu benzetmenin ne anlama geldiğini evsizlik günlerimde çok iyi anladım…

Post Author: ABGA

Leave a Reply