Tıpkı Habil ile Kâbil gibi siyahın öz kardeşidir beyaz. Özlerinde birbirlerini itme gücü kadar çekme gücünü de barındırırlar. Habil’in mihengi Kâbil’dir. Biri olmadan diğeri üzerine sosyolojik bir anlam yüklenemez.
Her şey zıddı ile kaimdir. Bir şeyin tanımını yapmak için bile önce “işte bunun tersi” diyerek zıddını göstermek yöntemlerden biridir.
Siyahla beyaz kadar belirgin iki zıt arasından birine yapacağınız aşırı övgü, toplumda veya üçüncü tarafta karşılığını, diğerine sövgü olarak bulur. Bu durum dilde ak’la kara kelimeleri arasındaki “aklama” ve “karalama” fiili ile ifadesini bulur. Her iki eylem de enformasyonun dezenformasyonu ile yani propaganda ve karapropaganda ile gerçekleşir.
Hedef tahtasına yerleştirilen her ne veya her kim ise tam karşısındakinin sosyal yansıması üzerine çekilecek bütün astarlar, onun rengini biraz daha koyulaştırdığı gibi zıddının rengi üzerindeki sosyal algıyı da o orana yakın düzeyde paklaştırır.
Yani; “siyahın” daha kara görünmesi için “beyazın” daha da (p)aklanmasıdır yapılan. Veya “beyaz”ın daha (p)ak algılanması için “siyah”ın daha da karalanmasıdır.
İşlemi sürekli yaparsanız sosyal algıda ak’la kara (iyi ile kötü) önce gri’de buluşarak eşit düzeye gelir sonra da (algı ile gerçek) yer değiştirirler.
Profesyonel dünyada (piyasa) zıtlar karşı karşıya dursalar da tıpkı siyam ikizleri gibi yanyana olup, birbirini besler, kalkındırır ve semirttirirler.
Zıtlar birbirinin payandasıdır. Ne tuhaf değil mi? Sahne önünde birbirini yiyenlerin sahne arkasında aynı sofradan beslenmeleri.
Tam da “tantanacılık” adıyla bilinen yankesicilik yöntemi gibi; İki uyanık gürültülü bir şekilde kavgaya tutuşur gibi atışmaya ve itişmeye başlar. Oradan geçen iyi niyetli vatandaş araya girip sulh etmeye çalışır bunları. Nihayet kavga biter ve vatandaş iki kişiyi barıştırmanın iç huzuruyla yoluna giderken iki kafadar kuytu bir köşede, araya giren vatandaşın cebinden yürüttükleri parayı kırışıyorlardır. İşte reel politik tam da budur.
Kitle iletişiminin bu kadar gelişmiş, yaygın, etkin ve kaygan olduğu ortamda bir şeyin ne olduğu ile nasıl göründüğü ayrıdır. Kitlelerce nasıl algılandığı ise (o şeyin kendinden ve nasıl göründüğünden) apayrıdır.
Öncelikle her şeyin/her kimin ontolojisi, medya ve iletişimde ne kadar var ya da yok olduğuna yani görünürlüğe bağlıdır.
Görünüyorsanız varsınız görünmüyorsanız yok hükmündesiniz.
O yüzden şöhretin içinde var olan kişiler kendilerini görünür kılmak veya bunu sürdürmek için ilke olarak hiç onaylamadıkları bir takım uygulamalara bile itiraz etmezler. Hatta anılmak için pozitif ya da negatif gündeme gelmenin arasında bir fark görmeyecek kadar da gözlerini karartırlar. Çünkü mesele var ya da yok olmak kadar hayatidir. Açlıktan ölmek üzere olan insanın fizyolojisi ne kural, ne kanun, ne erdem ve de ahlâk tanır. Hayatta kalmak için çalar, aşağılanmayı kabul eder ve gerekiyorsa yaşamak için öldürür.
Bir yazar “çok eleştiri alıyor musunuz?” Sorusuna “bu beni sevindirir” demişti. Ardından da “Bana yöneltilenin eleştiri ya da övgü olması arasında bir fark gözetmem. Piyasanın kuralı budur. Köşe yazarının ölümü tepkisizliktir” demesi bir zamanlar beni şaşırtmıştı. Aslında reelpolitik tam da bu.
Medyadaki atışmalara, iki yazar arasında çıkan sonu gelmez tartışmalardan tutun da (Maraşlı-Elönü tartışması bunun dışındadır. Her ikisi de kendilerini ifade ediyor ve ben samimiyetlerine inanıyorum) Ortadoğu diktatörlerinin halklarını İsrail düşmanlığı ile bir arada ve birlikte tutmasına, İsrail’in de yine “dört bir yanımız düşmanla çevrili” mitini içeride ulusal birliktelik temini için kullanmasına kadar bir çok alandaki zıtlıklara bir de bu pencereden bakın.
Danışıklı olmasa da akla karayı besleyenin yekdiğeri ve çoğu zaman her iki tarafın da buna teşne olduğunu göreceksiniz. Zira zıtlar “piyasa”ların temelinde birbirini besleyen öz kardeştirler.
KISA MESAJ HATTI
Balonu patlatan büyük basınç değil iğne ucu kadar bir deliktir.
İhsan Toy – Haber 7
ihsantoy@tasam.org