Bu noktada Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin yanında kadınların temsilcisi gibi duruyor ve yürüdüğü yoldan onların da gelmesi için herkese örnek oluyordu.
Hz. Aişe, bilge ve entelektüel bir hanımdı
Hz. Aişe, sahabiler arasında ilmî derinliği itibarıyla en ön sırada yer alıyordu. Sorgulayıcı bir fıtratı vardı; görüp duyduğu her şeye olduğu gibi inanmaz ve duyup gördüklerinin gerçek yönünü öğrenmeden de rahat edemezdi. Öğrenme merakı zirvede bir insandı. Kendisine kapalı gelen her meseleyi mutlaka sorar, zihnine takılıp da çözemediği bir meseleyi açıklığa kavuşturmadan duramazdı.
Bilhassa Efendimizin vefatından sonraki yıllarda Hz. Aişe‘yi, hemen her konuda çevresini bilgilendiren bir ilim merkezi olarak görmekteyiz. O, fıkıh, hadîs, tefsîr, dil, şiir, tıp ve tarih gibi konularda etrafını bilgilendirir, söz konusu alanlarda kendisine ulaşan yanlış veya eksik bilgileri de, ya tashih veya tasdik eder, doğrusunu ortaya koyardı.
Onun içindir ki İslam âlimleri haklı olarak, dine ait ilimlerin dörtte birinin Âişe Validemiz yoluyla bize kadar geldiğini söyleyeceklerdir. İnsanlar herhangi bir konuda tereddüde düşüp sonuca gidemediklerinde, onun yanına gelir ve problemlerini onun rehberliğiyle hallederlerdi. Artık o, ulaşılan her bilginin doğruluğu veya çözümsüz kalan bir konunun aydınlığa kavuşturulması gibi hususlarda kapısı çalınıp fikrine müracaat edilen bir kaynaktı. Bu hakikati Ebû Mûsa el-Eş’arî Hazretleri şu ifadelerle anlatıyor:
– Resûlullah’ın ashâbı olarak bize hangi konu zor gelse, onu alır Âişe’ye arz ederdik ve görürdük ki o konuyla ilgili onun yanında, bu problemi de çözecek bir bilgi mutlaka var! (Tirmizî, Menâkıb 63)
Bu durum o kadar açıktır ki Atâ İbn Ebî Rabâh gibi âlimler:
– Âişe, insanların en fakîhi, en bilgini ve görüş ve düşünceleri itibarıyla de en güzel olanı idi, diyecek; Hişâm İbn Urve gibi büyükler de:
– Ben, gerek tıp gerek fıkıh ve gerekse şiir gibi konularda Âişe’den daha bilgesini görmedim, ikrarında bulunacaklardır.
SAHABİLERE DERS VERİYORDU
Tâbiîn’in büyük imamlarından Hazreti Mesrûk:
– Resûlullah’ın önde gelen büyük ashâbını, miras taksimiyle ilgili ilim olan ferâiz konularını Âişe’ye sorarken görürdüm. Sözüyle onun ferâiz konularındaki derinliğini ifade etmektedir.
Abdurrahmân İbn-i Avf’ın oğlu Ebû Seleme’nin kanaati de aynı istikamettedir:
– Resûlullah’ın sünnetini ondan daha iyi bilen, fıkıhta derinlik açısından ondan daha engin ve hangi âyet veya hangi hükmün nerede indiğini Aişe Validemiz’den daha iyi bileni ben görmedim!
Annemiz’in yeğeni ve en has talebesi olan Hazreti Urve, onun ilmî derinliğini anlatırken şu ifadeleri kullanacaktır:
– Ben, Kur’ân’ı, ferâiz başta olmak üzere din adına her türlü hükmü, helal ve haramı, fıkhı, şiiri, tıbbı, Araplar hakkındaki bilgiyi ve neseb ilmini, Mü’minlerin Annesi Âişe’den daha çok bilen kimse görmedim! (Reşit Haylamaz, Hz. Aişe kitabından, s. 337)
O toplumda kadının adı bile yokken, İslâm’ın gelişiyle birlikte kadın, hak ettiği değerini kazanmıştır. Bu noktada Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin yanında kadınların temsilcisi gibi duruyor ve yürüdüğü yoldan onların da gelmesi için herkese örnek oluyordu.
BİR SORU-BİR CEVAP
Vadesinde ödenmeyen senet ve çeklere vade farkı uygulamakta bir mahzur var mı?
Soru: “İş yaptığım bir müşterim, bana vermiş olduğu çeki yaklaşık bir yıldır ödemiyordu. Şimdi ödeyeceğini söylüyor. Ben de ondan vade farkı istiyorum. Bunun dini açıdan bir mahzuru var mı?” Mağdur
Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, alış-verişten doğan para borçlarında, borcun vadesinde ödenmesi gerekir. Borçlunun ödeme gücü olduğu halde, borcunu ertelemesi bir zulümdür. Ancak borçlunun, beklenmedik ekonomik kriz, yangın, kaza, ölüm, deprem, alacaklarını tahsil edememe gibi elde olmayan sebeplerle dara düşmesi durumunda alacaklının insaflı davranması, ona yeni bir vade tanıması, hatta ödeme gücünü tam olarak kaybetmişse, borcu silerek ona yardımda olması İslâm ahlâkının gereklerindendir.
ALTINA ENDEKSLENEBİLİR
Borçlunun ödeme gücü ve imkânları olduğu halde, borcunu bir ay kadar geciktirmesi de değer bakımından önemli bir zarar meydana getirmeyebilir. Böyle kısa bir süre için değer kaybeden bir para borcunda da vade farkı eklememek gerekir. Ancak büyük ölçüde değer kaybeden bir para borcunda alacağın aylarca alınamaması durumunda alacaklı, alacağını vade tarihinden itibaren altına endeksleyerek vade farkını talep edebilir.
Nitekim imam Ebû Yûsuf, kendi döneminde altın ve gümüş para dışında “fels” adı verilen bakır, nikel, kalay vb. madenî paraların, maden değeri dışında itibârî bir değer kazandığını tesbit edince, bunlarla yapılan borçlanmalarda, endeksli bulunduğu altın veya gümüş paraya göre hesaplanacak “değer farkı”nı faiz kapsamında görmemiştir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 4/24)
Günümüzde önemli ölçüde değer kaybeden kâğıt para ile Ebû Yûsuf dönemindeki fels çeşidi paralar arasında bir benzerlik vardır. Dolayısıyla böyle bir durumla karşı karşıya kalan kimseler, alacaklarını vade tarihinden itibaren altına endeksleyerek vade farkını talep edebilirler.
TEFEKKÜR ATLASI
Atmosferimiz, meteorlara karşı savunma gücünü nasıl elde etti?
Uzaydaki gök cisimlerinden kopup dünyamıza doğru gelen pek çok cisim olduğunu biliyoruz. Bunların güneş sistemi içinde dolaşanlarına meteor, bize kadar uzananlarına da metereoit deniyor.
Çeşitli yönlere doğru giden meteorların diğer gezegenleri ve Ay’ı ne hale getirdiklerini kitap, dergi veya gazetelere yansıyan fotoğraflardan çok görmüşsünüzdür. Bu parçacıkların çoğu atmosferimize takılıp toz olup gidiyorlar. Eğer atmosfer onları eritip toz haline getirmeseydi başımıza tonlarca ağırlıkta taşlar yağardı.
Bu durumda insanın aklına ister istemez şu sorular takılıyor: Atmosfer, meteorlara karşı bu tabiî savunma gücünü nasıl elde etti? Atmosfere bu taşlara karşı koruyucu bir çatı vazifesi gördüren kim?
BİR DUA
Bize lütuflarda bulun, bizden razı ol ya Rabbi!
Allah’ım! Senin af ve mağfiretinin dairesi, bizi bela ve musibetlerden uzak tutacak kadar geniştir. Bize rahmetinle muamele buyur! Bizleri verdiğin nimetlerin bereketinden mahrum etme, vermediğin şeylerle de imtihan etme. Nimetlerini artır, eksiltme; bizi yücelt, hor ve hakir eyleme. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Bize lütuflarda bulun, bizden razı ol.
ÖRNEK HAYATLAR
Bari bugün yıkansanız da cumaya öyle gelseniz!
Her konuda olduğu gibi temizlik konusunda da örnek alacağımız ve öğütlerine uyacağımız insan, Peygamber Efendimizdir. O, temizlik bilmeyen bir toplum içinde dünyaya geldiği halde herkesin dikkatini çekecek şekilde temizliğe, kılık ve kıyafet düzgünlüğüne özen gösterirdi. Temizliğe riayet etmeyenleri, bozuk kılık ve kıyafetle dolaşanları ve çevresini kirletenleri gördüğünde bundan rahatsız olur ve bu kimseleri uyarırdı.
Sahabeden Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor:
Peygamberimiz, saçları birbirine karışmış bir adam gördü ve:
– “Bu adam saçlarını düzene sokacak bir şey bulamıyor mu?” buyurdu. Başka bir defasında elbisesi kirli bir adamla karşılaştı da:
– “Bu adam elbisesini yıkayacak su bulamaz mı?” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Libas, 17)
HZ. AİŞE ANLATIYOR
Peygamberimizin zamanında Medine’nin çevresinde bulunan insanlar cuma namazına gelirlerdi. Sırtındaki yün elbiseleri toz toprak içinde olurdu ve bu toz toprak vücutlarına siner, bedenlerinden ter kokusu çıkardı.
Bir defa Peygamberimiz benim yanımda iken bunlardan bazıları huzuruna geldi. Peygamberimiz onların bu durumundan rahatsız oldu ve:
– “Bari bugün için olsun yıkansanız da öyle cumaya gelseniz” (Buhârî, Cuma, 15) buyurdu.
HAZIRLAYAN: Ali İhsan ER