Bir avuç gönül-eri, bir düzine meçhûl kudsilerdir garibler. Ah edip inleyen, sinesini yakıp sızlayan, gönül verdiği yüce hakikatlerden ötürü dövülüp kovulan; hergün yığın yığın gailelerle burun buruna gelen; her dem ayrı bir ölümle tehdit edilen, her an horlanıp hakir görülen, işte garib budur.
Garib, yurdundan-yuvasindan uzak kalan, dostundan, ahbabından ayrı düşen değildir. O; yaşadığı dünya, içinde bulunduğu toplum itibariyle halinden yolundan anlaşılmayan; yüksek idealleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsî zevklerinden fedakârlığı ve fevkalâde himmet ve azmiyle, kendi toplumunun kanunlarıyla sık sık zıdlaşıp çakışan, çevresi tarafından yadırganıp irdenen ve her davranışıyla garibsenen insandır.
Yardımlarına koşduğu yığınlar onu, kâh azarlayıp kapı kapı kovar; kâh derdest edip zindanlara tıkar; kâh memleket memleket sürgünlere yollar; kâh o’nun için darağaçları hazırlar “aman vermen öldürün!” der çığlık atarlar. O ise, yığın yığın tehlikelerin kol gezdiği bu atmosferde, her an ayrı bir ölümle pençeleşir; her lahza ayrı bir mağdurun imdadına koşar; zaman olur, bir Heraklit gibi tehlikelerin üzerine yürür; an gelir, bir itfaiye eri gibi çevreyi saran ateşleri göğüsler ve zaman olur şefkatli bir anne gibi hep inler. Etraf cefadan, garib de vefadan asla usanmaz!..
Garib, içinde yaşadığı cemiyyetle içli-dışlı olamadığı, onunla sürekli diyalog kuramadığı için, maddî ölçüler içinde çok defa, kendini yalnız ve gurbetde hisseder. Ne var ki, başdan başa ruhunu saran diğergâmlık hissi ve başkalan için varolma düşüncesi, ona gurbet ve yalnızlığı unutturacak kadar derin ve çok buutludur. Bir ân yalnızlık hissedip inlese bile,ruhunda kurduğu mefkûrevî dünyalarla, çok zaman mutlu ve bahtiyar olabilir.
Garibler; baharda, başını toprakdan erken çıkaran çemenlere benzerler. Toprağın ortaya çıkdığı her yerde, bu şafak çiçekleri, karla-buzla burun buruna gelir ve yer-yer soğuğu-donu aşarak, geçip bir ulu kavga başlatırlar tipiye-borana karşı. Evet, alaca-karda beyaz tülbentleriyle, güneşe gamze çakıp cilveler atan kar çiçekleri ne ise, gökler-ötesi âlemlere göre, bin çığlık aydınlığa doğru koşan garibler de odur. Kara cemre düşmeden, henüz buzlar erimeden ortaya çıkarlar. Güç-bela varlıklarını sürdürür; karşılarına çıkan tehlikelerle pençeleşir, yara alır, hırpalanır ve çok defa dünya zevki namına bir şey tadıp duymadan “harab olup, turâb olup” giderler. Giderler ama, gidişleri de merdâne olur. Toprağın bağrına sinip, bir kaç sünbülü netice vermeden gitmezler. Onlar “bir ölür yirmi dirilirleri.”
Garibler, ölü toplumlara hayat sunmak, onlara kaybet,dikleri değerleri yeniden iâde etmek için, bir düzine mukaddeslerden mukaddes düşüncelerle, her Allah’ın günü toplumun kapısına dikilir, kapının tokmağına bir kaç defa asılır, sonra ruhunun ilhâmlarını haykırır ve geriye dönerler. Bu uğurda, tartaklanır; azar işitir; defalarca kovulurlar; ama, katiyyen yılmaz, usanmaz ve hele aslâ darılmazlar. Onlar gözleri her ân ötelerde ve bir diriliş müjdesi beklemektedirler güneşin her doğup batışıyla. Her yeni günle, taptaze bir şevk kazanır ve soluk soluğa köşeyi bucağı tutar, yığınlara Hızır-çeşmesine giden yolu gösterirler.
Onları anlayıp hem-hâl olanlar edebî varlığa ererler. Onlardan uzak kalanlar “ebet-müddet” ölüp giderler. Onlar Cibrille hem-bezm [1] olmuş Hızır’la elli defa buluşmuşlardır. Bu itibarla, uğradıktan yerler yemyeşil ve ayaklarına ilişen toprak hayat iksiri olur.
Küfürler, ilhâtlar, dalâletler onların eritici soluklan karşısında buz gibi erir gider, çorak yerler onların nefesleriyle İrem-bağlarına döner.
Onlar, daima ızdıraplıdırlar. Bağrında yetişdikleri toplumun değişip duran duygu ve düşünceleri, bozulup giden töreleri karşısında, her ân inkisardan inkisara düşer ve iki büklüm olurlar. Ne var ki, aynı zamanda imanlı, ümitli ve fevkalâde gerilim içindedirler. Zaman zaman yalnız, kimsesiz kaldıkları ve toplumdan hakaret gördükleri olur. Ancak onlar daima neşeli ve huzur içindedirler.
“Aşina bir çehre yok ve sanki etraf bomboş;
Yollar eğri-büğrü ve yokuşlardan da yokuş:
Çile, ızdrab; çığlık, inilti işte yol!
Herşeye rağmen bu yol ne tatlı ve gariblik ne hoş!”
Garibin kırık kalbinde ve bulanık bakışlarında bin hüzün ve bin keder nümayândır [2] . İniltileriyle o, Adem Nebi’yi (s), âh-u efganıyla da Davud Peygamberi (s.) hatırlatır. Yad ellere düştüğü, azar görüp dost ikliminden uzaklaşdığı için: “Cüda düştüm güzellerden derem vâ-hasretâ şimdi!” der sızlanır ve iştiyakla vuslat gününü, yâr ile hemdem olacağı anı bekler. Bekler de buhurdanlar gibi tütüp duran gönlüne, rahmet ilinden esip esip gelen yellerle her an ayn bir visâle, ayrı bir şevke erer. Bir de, ruhunun ilhâmlarını sinelerine boşaltabilecek âşinâ gönüller bulursa, büsbütün coşar ve bir çağlayana döner garib. Ve artık aşk ile girdiği bu yolda, serveti yağma olup gitse, ocağı sönse de gam izhâr eylemez garib.Hele milletinin ruhuna saldığı kıvılcımların ,bir baştan bir başa bütün ülkeyi sardığını gördükçe, başı cennetlere ermiş gibi “dost dost!”deyip sonsuzluğa pervâz eder garib!..
Bin müjde gariblere! Bin muştu, fitnenin, fesadın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde, ümit ve itminan soluyanlara, umumun huzur ve mutluluğu için şahsî haz ve zevklerini unutanlara!
* * *
Bir de kendi ülkesinde, kendi insanına, kendi harsına karşı her gün biraz daha yabancılaşan garibler, daha doğrusu gariban vardır ki, hüzün ve ızdırablarıyla öncekilere çok benzerler. Ama bunlar, derbeder, perişan, ümitsiz ve inançsızdırlar. Hele, kalbî ve ruhî hayatları itibariyle tamamen fersiz ve dermansız kimselerdir. Bunların gündüzleri gecelerinden daha karanlık, geceleri zalâm zalâm üstüne [3] kabri andırır. Binbir paradoksun ruhlarını aşındırdığı, kökden ve benlikden mahrum bu sefiller, adeta insan-altı bir sınıfı temsil etmektedirler. Hatta akıllarının, ruhlarına yağdırdığı endişe ve elemlerle, hayatdan lezzet alma noktasında daha aşağı bir ‘seviyeye itilmişlerdir. İçleri kapkaranlık; düşünceleri sisli, bakışları bulanık ve dimağlarında yığın yığın çözüm bekleyen bilmecelerle daha çok cehennemdekileri hatırlatmaktadırlar. Onların yaşadıkları bu hayata hayat demek çok zordur. Ama nazarlarında ölüm bir hiçlik olduğu için, bütün bütün tereddüt ve kuşkudan ibaret olan bu hayatı tercihden başka da çareleri yoktur.
Onlar için hayat bir azab; insan olmak ayrı bir musibet; ölüm bir girdap, bir karadelik; varlık bir kaos; acı duymamanın tek yolu sarhoşluk.
Bin nefrin bu türlü düşünceye ve böyle sefillere! Yazıklar olsun bu türlü gariblere!
Sızıntı